a) FAZİLET YARIŞINA DAVET
Müsteşriklerden William Muir
(Muhammed’in Hayatı) adlı eserinde şöyle der:
Gerçekten Kureyş o çağda birçok günahlara
dalmıştı. Ahlâksızlık bataklıklarında yuvarlanıp gidiyordu. İçki, kumar, zina,
riba, kan davaları almış yürümüştü. İçtimai hastalıklar Arapların bünyesini
kemiriyordu. Kutsal saydıkları Kâbe'nin etrafında Harem'de bile zevk ve sefa
alemi yapıyorlar, içki ve kumar alemleri tertib ediyorlardı. Kureyş'in ileri
gelenleri yüz kızartıcı davranışlardan sakınmıyorlardı. Haşimiler'in
baslarından sayılan Ebu Leheb Kâbe'de eskiden beri muhafaza olunan altından
yapma bir geyik heykelini çalmış ve satıp yemişti. Hz. Peygamber bunlara karşı
fazilet mücadelesi bayrağını açtı. İslamiyet bu gibi kötülüklerin hepsinin karşısına
dikiliyordu. O'nun için Kureyşliler, başlangıçtan İslamiyet'e karşı çıktılar.
Kur'an-ı Kerim ayetleri nazil olarak onların bu davranışlarını kötüledi, onları
şiddetle kınadı. Onlar da düşmanlıklarını artırdılar.
b) KUREYŞ’İN
EBU TALİB’E ŞİKAYETLERİ
- Kardeşinin
oğlu bizim putlarımızı kötülüyor, babalarınız da, dedeleriniz de dalalette
idi, diyor. Ya O'nu bu işten vazgeçir, yahut O'nu himayeden vazgeç, dediler.
Ebu Talib onları mülayim
sözlerle başından savdı. Aradan bir müddet geçince Ebu Talib'e yine geldiler:
- Biz
artık daha fazlasına sabredemeyiz, ne olacaksa olsun, eğer sen O'nu himayeden
vazgeçmezsen biz senden vazgeçeriz, dediler.
Ebu Talib, işin bu kadar zor
bir hal aldığını görünce, Hz. Muhammed'e:
- Kavmin
şöyle şöyle diyor, diyerek olanları anlatmış, açıktan açığa artık seni
himayeden vazgeçiyorum demedi ise de, sözün gelişinden öyle bir şey
anlaşılıyordu.
Bu sözler, Hz. Peygamberin
mahzun kalbine pek dokundu:
- Ben,
Allah tarafından Hak Dini tebliğe memurum, ben Allah elçisiyim; kendiliğimden
bir şey yapmıyorum, dedi. Bir elime güneşi ötekine ay’ı verseler, bu vazifeden
ayrılmam, cevabını verirken, gözleri dolu dolu oldu.
Ebu Talib, O’nu evladından çok
severdi. O’nun incinmesine hiç dayanamazdı. Bu hale üzüldü ve kendini
toplayarak:
- Sen
işine bak oğlum, ben sağ oldukça onlar sana dokunamazlar, diye teminat verdi.
Meşhur bir kasidesini söyledi.
c) İLÂHÎ
VAZİFEYE DEVAM
- Benim
kardeşimin oğluna sövüp O’nu inciten sen misin? diyerek yayı ile Ebu Cehil’in
basına vurdu. Oradakiler Kureyş’in ulusu Ebu Cehil’e böyle muamele eden
Hamza’ya saldıracak oldular. Fakat böyle bir işin sonunun nereye varacağını çok
iyi bilen cin fikirli Ebu Cehil:
- Dokunmayın,
Hamza’nın hakkı var. Zira ben, kardeşinin oğlu hakkında fena sözler söyledim,
dedi. Ham- za gittikten sonra kendi adamlarına dönerek:
- Aman,
ona ilişmeyin, hiddet neticesi varıp Müslüman olur, onunla da müslümanlar
kuvvet bulur, dedi. Çünkü Hamza, değerli, yiğit bir adamdı, gözünü budaktan
sakınmazdı... Hz. Hamza bu olaydan sonra Müslümanlığı kabul etti ve kardeşinin
oğlunun safına geçti.
d) HZ.
ÖMER’İN MÜSLÜMAN OLMASI
- Haydi
Hattaboğlu, görelim seni, dediler.
Ömer o zaman 33 yaşında idi.
Ailesi Müslümanlık hakkında fikir sahibi idi. Eniştesi Said, kız kardeşi Fatı-
ma Müslüman olmuşlardı. Ömer’in bunlardan haberi yoktu. Kılıcını kuşandı,
Kâbe’yi tavaf ettikten sonra Safa tepesine yollandı. Müslümanlar “Dar’ul-erkam” da
toplanmışlardı. Oraya gidip Hz. Muhammed'i öldürecekti. Fakat gerçekten o,
Muhammed'i öldürmeğe değil, kendini Müslümanların arasına katmağa gidiyordu.
Yolda
Abdullah oğlu Nuaym'e rastladı. Nuaym baktı ki, Ömer kılıcını kuşanmış,
hiddetli hiddetli gidiyor.
- Hayrola
Hattaboğlu nereye böyle diye sordu.
O
da:
Arapların
arasına tefrika düşüren Muhammed'in vücudunu ortadan kaldırmağa gidiyorum,
dedi.
Nuaym:
- Vallahi
zor bir işe kalkmışsın, Muhammed'in ashabı O'nun etrafında pervane gibi
dolaşıyor. O'na yol bulmak güç. Tutki bir yolunu bulup bu işi becerdin.
Abdülmenafoğulları seni yeryüzünde elini kolunu sallayarak gezmeğe bırakırlar
mı sanıyorsun?
Ömer
bu sözlere alındı:
- Sen de mi
Muhammed'den yana oluyorsun, öyle mi? diye çıkıştı.
Nuaym:
- Ya Ömer,
sen beni bırak, evvela kendi ailene bak, enişten ve amcan oğlu Said ile eşi
olan kız kardeşin Fa- tıma Müslüman oldular.
Ömer
buna pek inanmak istemedi. Fakat içine de bir şüphe düştü. Kız kardeşinin evine
uğrayarak kapıyı çaldı ve içeri daldı. İçerdekiler telaşlandılar. Ömer'in İslam
düşmanlığını biliyorlardı Ömer sordu:
Eniştesi:
Ömer'in
hiddeti arttı ve eniştesinin yakasından tutup onu yere çarptı. Araya kız
kardeşi girdi. Ömer ona
da bir tokat attı. Fena halde canı yanan Fatıma, kardeşi Ömer'e şöyle haykırdı:
- Allah'dan kork,
bir kadına yaptıklarına bak. Ben ve eşim Müslüman olduk. başımızı kessen bundan
dönmeyiz.
Manzara
hazindi, Ömer yaptığına pişman oldu. Yüreğinin içinde birşeyler uyandı.
Ruhunun derinliklerinde birşeyler çalkandığını duydu.
- Hele şu
okuduğunuz şeyi bana verin, dedi.
Kız kardeşi Kur'an'dan cümleleri ona uzattı. Ömer
okumağa başladı.
“Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ı tesbih eder. Aziz ve Hakim
olan O’dur. Göklerin ve yerin hakimiyeti O’nundur. Diriltip yaşatan, öldüren
O’dur. O, her şeye kaadirdir...” (Ha did Sûresi ayet 1-2)
Ömer,
bu ayetleri dinledi[1] ve derin bir düşünceye daldı. Kur'an-ı Kerim'in
yüksek ahengi, manasının yüceliği O'nu sarmıştı. Allah kelamının tesiri, ruhun
içine işlemişti. Müşrik Ömer yerine, ortaya Mü'min Ömer çıkıyordu. Kız
kardeşine sordu:
-
Bütün göklerin ve yerin hükümdarlığı ve uygarlığı sizin taptığınız Allah'ın mı?
Kız
kardeşi tereddütsüz cevap verdi:
Ömer
utanarak söylendi:
- Bizim taptığımız
putların hiçbir şeyi yok, yazık!
Bu “yazık” kelimesi
bütün putlar alemine fırlatılmış bir taştı. Ömer'in kalbi artık İslamiyet'e
açıktı.
Hz.
Peygamber: “Ya Rab! Bu dini iki Ömer'den biriyle kuvvetlendir” diye
dua etmişti. İki Ömer'den maksat, Hattaboğlu Ömer ile Ebu Cehil (Amr lbn-i Hişam) idi. İşte duası, Hz. Ömer'e nasib olmuştu. Ömer buna çok sevindi ve beni
Peygamber'in yanına götürün, dedi.
O
sırada Müslümanlar Safa tepesinin eteğinde, Müslümanlardan Erkam'ın evinde
toplanmış bulunuyorlardı. Ömer'i oraya götürdüler. Gözcü, Ömer'in silahını
kuşanmış bir halde geldiğini görünce, içeri haber saldı. İçerdekiler, Ömer'in
adını duyunca telaşa düştüler. Yalnız Hz. Hamza hiç tavrını bozmadı:
- Korkacak ne var,
eğer iyilik için gelmiş ise hoş geldi, sefa geldi. Yoksa öyle değilse,
geleceği varsa göreceği de var, dedi.
Ömer
içeri girince, ashabdan biri sağından, biri solundan tutarak Hz. Peygamber'in
huzuruna getirdiler. Hz. Peygamber: “O'nu serbest bırakınız” dedi.
Çünkü Ömer'in hali O' na malum idi.
Ömer
Hz. Peygamber'in önüne diz çöktü. O haşin Ömer, şimdi kuzu gibi sakin sakin
duruyordu. Resul-i Ekrem mübarek eliyle Ömer'in omuzundan tuttu ve: “İmana
gel, Ömer” dedi. O da hulus-i kalble kelime- i şehadeti söyledi.
İslam'ı kabul etti. Orada bulunanlar buna çok sevindiler ve hepsi yüksek sesle
tekbir alarak Ömer'in tslamı kabulünü ilan ettiler. Safa tepesinden
yükselen “Allah’u Ekber” sadası, Mekke ufuklarında dalgalana
dalgalana etrafa yayıldı. Ömer:
- Yaranımız kaç
kişidir diye sordu.
- Seninle kırk'a
baliğ olduk, dediler.
- Öyle
ise ne duruyoruz, haydi Kâbe'ye gidelim, dedi.
e) KABE’DE
AŞİKÂRE İBADET
- Ömer hepsini
toplamış getiriyor, dediler. Ebu Cehil, cin fikirli bir adam olduğundan bu
işten kuşkulandı:
Ben
bu gelişten pek hoşlanmıyorum ama, dedi ve az sonra gerçek anlaşıldı; Hz.
Ömer'in Müslüman olduğu her tarafa yayıldı. Müşriklerin arasında büyük bir şaşkınlık
başgösterdi. Müslümanlar, Harem-i Şerifte saf olup aşikâre namaz kıldılar.
Böylece İslamiyet kuvvet kazandı ve kendini aşikâre tanıttı.
Hz. Hamza'dan üç gün sonra Hz. Ömer'in
İslamiyet'i kabulü, müşrikleri telaşa sürükledi. Müslümanları yıldırmak için
daha sert davranmağa başladılar. Müslümanlar bu baskıdan kurtulmak için daha
emin bir yer düşündüler. Hz. Peygamber Habeşistan'a gitmelerine müsaade etti.
[1] Bazı
rivayetlerde, Hz. Ömer'in kız kardeşinin evinde Ta-Ha Sûresi'nin baş taraını
dinlediği geçer. Biz, Hadid Sûresinden ayetleri zikrettik. Her ikisi de
doğrudur.