a) MÜSLÜMANLARIN
MUHASARAYA ALINMASI:
b) SIKINTILI
GÜNLER:
Zaman geçtikçe müşrikler bundan da bir netice ala-
mıyacaklarını anlamağa başladılar. Bu insanlık dışı davranıştan dönmeyi
düşünenler oldu. Bir defa Hz. Hatice'nin kardeşi oğlu olan Hakim, kölesiyle
ona biraz buğday yollamıştı. Köleye yolda Ebu Cehil rastladı. Ebu Cehil buğdayı
kölenin elinden almak istedi. Müşriklerden Ebu'l-Buhteri işe karışarak:
- Halasına bir miktar buğday götüren bir insana mani
olmak doğru değil, dedi.
Ebu Leheb, öz kardeşlerinin, hısım ve akrabasının
açlıktan ölmelerini, istercesine muhasara çenberini sıkıyordu. Mekke'ye
yiyecek getiren kervanları kenarda karşılar. Haşimoğullarına birşey satmayın,
pahalı isteyin, onlar alamasın, derdi. Bu hal bi'setin 7'inci yılından 10'uncu
yılına kadar üç yıl sürdü. Fakat müşrikler bundan da bir sonuç alamadılar.
İslamiyet etrafa yayılmakta devam etti. Ukaz, Mecenne, Zülmecaz gibi meşhur
panayırlara gelen halk, İslamiyet hakkında bilgi alıyor ve Müslüman oluyordu.
Onun için Kureyş ileri gelenleri, Müslümanlarla bunları temas ettirmiyorlar;
Kur'an dinlemelerine engel oluyorlardı. Bir defa Velid b. Mugi- re'nin
başkanlığında bir toplantı yaparak gelen kabilelere Muhammed hakkında
diyeceklerini kararlaştırmışlar, bu konuda sözbirliği etmişlerdi. Muhammed,
büyücüdür, diyeceklerdi. Çünkü; kahin, yalancı, mecnun, si- hirci dedikleri
zaman kimseyi inandıramıyorlardı. "Söz büyücüsü" deyince
inandıracaklarını sanıyorlardı. Devs kabilesinin şairi olan Tufeyl, bir defa
Mekke'ye geldi. Kureyşliler ona Muhammed hakkında söylemedik iftira
bırakmadılar. Tufeyl diyor ki: "Bana Muhammed hakkında öyle
korkutucu şeyler söylediler, o kadar çok şeyler anlattılar ki, onlara inandım
ve Muhammed'i dinlememeye karar verdim. Bir gün Kâbe'de bulunuyordum. Orada
Peygamber'e tesadüf ettim. Kur'an okuyordu kendime dedim ki: Ben, iyiyi kötüyü
ayırdedemeyecek bir adam değilim. Sözün güzelini kötüsünden seçmeğe gücü
yeten, aklı başında bir insan, neden O'nu dinlemekten kaçınsın. Bir defa
dinlerim. Sözleri güzelse kabul ederim değilse bırakırım dedim. O'nu Kur'an
okurken dinledim. Hoşuma gitti. Müslüman oldum."
Tufeyl, kabilesi yanına döndükten sonra onlara da
anlattı. Bir kısmı Müslüman oldular. Böylece kabileler arasında İslamiyet'in
yayıldığını görüyoruz.
c) BOYKOT ANDLAŞMASININ
YIRTILMASI:
- Züheyr,
dedi, sen güzel güzel yiyorsun, giyiniyorsun ama dayılarının halini hiç
düşünmüyor musun? Onlar neler çekiyor biliyor musun? Yemin ederim ki, Ebu
Cehil'in dayıları hakkında böyle bir şeye karar verilse o buna asla
yanaşmazdı, diyerek kabile gayretine dokundu.
Züheyr:
- Tek
başıma ben ne yapabilirim? deyince, Hişam:
- Ben
senden yanayım, ikinci ben olurum, dedi.
Züheyr bu fikrini daha birkaç kişiye açtı. Onlar da işbirliği
yapmağa hazır olduklarını söylediler. Söz birliği eden beş kişi Kâbe'ye
geldiler. Züheyr orada bulunanlara şöyle hitab etti:
- Ey
Mekkeliler! Hepimiz istediğimiz gibi rahat içinde yaşıyoruz. Fakat
Haşimoğulları her şeyden mahrum. Onların böyle açlıktan kırılmaları reva mıdır?
Andolsun ki, zalim andlaşma, şu öldürücü sahife yırtılmadıkça ben duramıyacağım!
Ebu Cehil bu işe karşı durmak istediyse
de mani olamadı. Andlaşma yırtıldı. Boykot kalktı. Haşim-oğulları Mekke içine
evlerine döndüler. Halk arasına katıldılar.
d) İKİ
BÜYÜK KEDER: HZ. HATİCE'NİN VE EBU TALİB'İN VEFATLARI.
Ebu Talib öldüğü zaman 80 yaşında idi. Onun ardından
Hz. Hatice bu fani alemden göçtü. Hatice; sevgisiyle, ince kalbiyle
fedakârlığı ile Hz. Peygamber'in en büyük desteği ve hamisi idi. Hz.
Peygamber'i ilk tasdik eden, en sıkıntılı zamanlarda O'na teselli veren o olmuştur.
Hz. Peygamber bu ilk eşini candan severdi. Hazret- i Aişe diyor ki:
- Hz.
Hatice'yi görmediğim halde Peygamber'in diğer zevcelerinden fazla onu
kıskanırdım. Hz. Peygamber onu daima hatırlardı. Hatta bir gün ondan bahsetmesi
yüzünden gücendirici sözler söylemiş. O da: "Cenab-ı Hak, benim
kalbime O'nun sevgisini koymuştur" cevabını vermiştir.
Bir gün Hatice'nin kız kardeşi Hâle ziyarete gelmişti.
Huzura girmek için izin istedi. Sesi, kızkardeşi Hatice'nin sesine pek
benzediğinden Hz. Peygamber, Hatice'yi hatırlayarak O'nu andı, Aişe:
- Ölen
bir kadını bu kadar hatırlamakta mana ne? Cenab-ı Hak sana daha iyi zevceler
verdi, demişti.
Hz. Peygamber, Aişe'ye şu cevabı verdi:
- Hayır,
senin dediğin gibi değil. Herkes bana inanmadığı zaman, bana inanan o idi.
Herkes müşrik iken o Müslümanlığı kabul etti. Benim hiçbir yardımcım yok iken o
bana yardım etti.
Ebu Talib'in ve Hatice'nin ölümünden sonra Ku- reyş'in
eza ve cefası daha arttı. Bir gün Hz. Peygamber sokaktan geçerken, kendini
bilmezlerden biri üstüne toprak attı. Peygamberimiz o haliyle eve gelince,
Fatıma içi sızlayarak üstünü basını hem temizliyor, hem de ağlıyordu. Hayatta
çocuklarımızın üzülerek ağlaması kadar insanı içinden yaralayan bir şey yoktur.
Hele kızlarımızın ağlamasını görmek ne acıdır. Masum yavruların gözlerinden
akan yaşlar, içimizde bir alev olup bizi yürekten yakar. Onların hıçkırıkları
bizim ciğerlerimizi parçalar. Az zaman önce anasını kaybeden Fatıma, babasının
bu haline ağlıyordu.
Hz. Peygamber'in bütün babalık hisleri coştu. Fakat
elden ne gelir. Her zamanki gibi bütün gönlüyle Allah'ına sığındı. O'nun
yardımına dayandı. Ağlayan kızının sıcacık gözyaşlarını mübarek eliyle silerek:
- Ağlama
yavrum yüce Allah babanı koruyacak dedi ve o anda hamisi olan amcası Ebu
Talib'i hatırladı.
- Ebu
Talib ölünceye kadar Kureyş bana pek dokunamazdı, dedi.