a) HİRA’DA
İNZİVASI
Milad'ın
610'uncu yılında Ramazan-ı Şerif ayında Hz. Peygamber, adet üzere yine
Hira'daki mağaraya çekilmişti. Halkın sevgi ve saygısını kazanan, doğruluk ve
emanete riayetinden dolayı kavminin Muhammedü'l- Emin adını verdiği bu yüce
şahsiyet bütün insanlığın düştüğü dalalet ve sefahetten son derece uzaktı. O,
yüce hakikati arıyordu. Dünyayı kaplayan dalalet kasırgası, insanlığı kırıp
eziyordu. O, bundan kurtuluşun yolunu düşünüyordu. Araplar kız çocuklarını diri
diri toprağa gömer, Mecusiler hatta ana ve kız kardeşle nikahı mü- bah sayar,
barbarlar ülkeleri tahip edip insanlara işkence yapar dururken bu halin sonu
nereye varacaktır? İşte O’nun dimağını bunlar meşgul ediyordu. Etrafında
uzanmış çöller sıralanmış dağlar, serilmiş vahalar, vadiler var. Gökyüzünde
sayısız yıldızlar ve ay parlıyor. Sabah olunca yine güneş doğup kainata ışık
saçacak. Bunların hepsi güzel ve tatlı şeyler. Fakat insanlığın saadet ve
mutluluk güneşi acaba ne zaman doğacak?
Hira dağında hangi din üzere ibadet ediyordu? Hz.
İbrahim’in veya Hz. Musa’nın veya İsa’nın dini üzere ibadet yapardı, diyenler
var. Böyle bir köşeye çekilip ibadet etmeğe tahannüs denir. Aynî Ümdet’ül-Kari
adlı Buhari Şerhinde bu kelimeyi izah ederken şöyle demektedir: “Peygamberimizin
ne suretle ibadet ettiği sorulacak olursa, bunun tefekkür ve ibretten ibaret
olduğunu söyleriz.”
b) İLK VAHYİN GELİŞİ
Hz. Peygamber:
Melek, aynı emri tekrarladı; Hz. Peygamber yine:
- Ben
okumak bilmem, cevabını verdi. Bunun üzerine melek O'nu baştan ayağa takati
kesilinceye kadar sıktı.
Hz. Peygamber:
O zaman melek, Mâverâ'dan gelen seslerin
en tatlı ahengiyle şunları okudu:
اِقْرَأْ
بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
“Yaratan Rabbi'nin ismiyle oku. O, insanı yapışkan
maddeden yarattı. Oku! O, çok kerim olan Rabb'inin hakkı için ki, O, kalemle
tâlim etti, insana bilmediklerini öğretti.”
Alak Sûresi'nin başında bu ayet-i kerimeler ilk gelen
vahiydir. Hz. Peygamber bunları kalbine nakşetti ve meleğin sesini
takib ederek, aynen okudu ve derhal evine döndü. İlk vahiy haletinin verdiği
endişenin titreyişi içinde eşi Hz. Hatice'ye:
- “Beni
örtün, beni örtün” dedi. Ve derin bir uykuya dalıp uyandıktan sonra
gördüğü hali eşine anlattı. Sadık eşi O'nu teselli etti:
- Müjdeler
olsun, sebat et. Hayatımı elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, sen bu
ümmetin peygamberi olacaksın; Yüce Allah seni asla bırakmaz. Zira sen,
akrabalık haklarına riayet edersin. Sözünde doğrusun. Güçlüklere dayanırsın.
Misafirleri ağırlarsın, felakete uğrayanların yardımına koşarsın. Böyle olan
kulunu Allah yalnız bırakmaz...
Bu sözler, Hz. Hatice’nin ne kadar yüksek ruhlu bir
kadın olduğunu göstermektedir. Yüce Allah, son Peygamber olarak seçtiği Hz.
Muhammed’e eş olarak da böyle yüksek fazilet sahibi bir kadını nasib etmiştir.
Bu da Allah’ın bir lütfudur.
c) VARAKA'NIN
DEDİKLERİ
- “Kuddus,
kuddus, dedi. Eğer hal, anlattığın gibi ise O'na gelen, Hz. Musa'ya gelen Namus-u Ekber'dir. Yani büyük Melek'tir.”
Hz.
Peygamber Kâbe’yi tavaf etmek üzere evinden çıktığında Varaka’ya rastladı ve
Hatice’nin anlattığı gibi başından geçenleri tekrar anlattı. Varaka:
- “Sen
bu ümmet'in Peygamberi olacaksın. Sana görünen Musa'ya gelen büyük Melek'tir, sana
yalancı diyecekler, eziyyet edecekler, yurdundan çıkaracaklar, seninle savaş
yapacaklar. Bu şayet o günlere erişirsem sana Allah için yardım ederim” dedi.
Varaka’dan
bu sözleri duyunca:
- Onlar
beni doğup büyüdüğüm yurdumdan çıkaracaklar mı ki, diye sordu.
Varaka:
- “Evet,
dedi. Sen gibi hiçbir Peygamber yoktur ki, kavmine gönderilsin de ona yalancı
demeşinler, eziyet etmesinler, onu yurdundan çıkarmasınlar.”