Ömer bin Hattab(r.a), (581 yılında Mekke’de Beni Adi kabilesinde doğdu,644 yılında Medinede Mihrabda şehid edildi. Babası Hattab bin Hufeyl, annesi Fatıma bin Haşam Beni Mahzum kabilesindendi. KÜNYESİ, Ebû Hafs Ömer b. el-Hattâb b. Nüfeyl b. Abdiluzzâ el-Kureşî el-Adevî. Fil Vak‘ası’ndan on üç yıl kadar sonra, diğer bir rivayete göre ise Büyük (Dördüncü) Ficâr savaşından dört yıl kadar önce Mekke’de doğdu (Halîfe b. Hayyât, I, 151).
Baba tarafından soyu Câhiliye döneminde Kureyş kabilesinin sefâret işlerine bakan Adî b. Kâ‘b kabilesine ulaşır ve Kâ‘b b. Lüey’de Peygamber(s.a.v)Efendimizin’in nesebiyle birleşir Ailesi orta sınıfa mensuptu. Babası tüccardı ve kabilesinde zekâsıyla meşhurdu, çok tanrıcıydı (putperest idi).
İslam Devleti'nin Hz.Ebu Bekir(r.a)'den sonraki devlet başkanı, halife(634-644). Hulefa-i Raşidin ikincisidir. Dünyada iken Cenab-ı Hak tarafından Resulüne Cennetle müjdelediği ikinci kişi Cesareti ve adaleti ile tanınmış, Allah Rasûlü(s.a.v)’in nurlu izinden giden, O’nun yolunu sadâkatle devâm ettiren, hâl ve davranışlarıyla âbideleşen örnek bir İslâm şahsiyetidir.
Hz.Ömer(r.a) küçük yaşta okuma yazma öğrendi. İslam öncesi dönemde okuryazarlık nadiren vardı. Arap edebiyatı ve şiirle ilgilendi. Şiire meraklı olduğu, güzel konuştuğu, okuma yazma bildiği, ensâb bilgisini öğrendiği, ticaret yaptığı, bu maksatla Suriye, Irak ve Mısır’a gittiği, Kureyş kabilesi adına elçilik görevinde bulunduğu rivayet edilir.
Hz.Ömer(r.a)ergenlik döneminde ata binme, dövüş sporları ve güreş öğrendi. Uzun boyu ve fiziksel üstünlüğü ile iyi bir güreşçiydi. Bileğini büken, sırtını yere getiren yoktu.( Taberi, Tarih er Rusul veʾl Muluk veʾl Hulafa)
Hz.Ömer(r.a) çocukluğundan itibaren deve çobanlığı yapmaya başladı. Hz.Ömer(r.a): "Babam çok acımasızdı. Develeri güderken dinlenmek için işi bıraktığımda beni döverdi." der. (Ömer El Faruk, Muhammed Hüseyin Haykal bölüm no:1 sayfa no:40-41)
Kureyş’in bazı ileri gelenleri gibi putperestliğe bağlı kalarak önceleri Hz. Peygamber(s.a.v)’e ve İslâmiyet’e karşı düşmanlık gösteren, bilhassa kabilesinden müslüman olanlara işkence yapan Hz.Ömer(r.a) bi‘setin 6. yılında (616) müslüman oldu.İslama giren 40.cı Müslüman. (İbn Sa‘d, III, 269).
Hz.Ömer(r.a), îmân ile şereflenmezden evvel, merhamet mahrumu, hak ve hukuk tanımaz câhiliye insanlarının tipik bir misâliydi. Îmanla şereflendiğinde ise, ince, diğergâm, hikmet ehli, adâlet âbidesi bir insan hâline geldi. İslâm’dan evvelki sert ve haşin mizaçlı Ömer eriyip gitti; onun yerine gözü yaşlı, gönlü şefkat ve merhamet dolu, karıncayı dahi incitmekten sakınan, dâimâ ümmetin saâdetini düşünen, yüksek mes’ûliyet şuuruna sahip bir “Hz Ömer(r.a) geldi.” (Müslim, İmâret, 11.)
Onun müslüman oluşuna dair kaynaklarda iki rivayet bulunmaktadır. Hemen hemen bütün kaynaklarda yer alan meşhur rivayete göre Hz.Hamza(r.a)’nın İslâm’ı kabulünden sonra Hz.Ömer(r.a) Hz. Peygamber(s.a.v)’i öldürmek üzere yola çıkmış, yolda karşılaştığı Nuaym b. Abdullah(r.a)’tan kız kardeşi Fâtıma(r.anha) ile kocası Saîd b. Zeyd(r.a)’in müslüman olduğunu öğrenince onların evine gitmiştir. Onları Tâhâ sûresini okurken bulmuş, okuduklarını kendisine vermelerini istemiş, ancak bu isteği reddedilince kız kardeşini ve eniştesini dövmüş, kardeşi kendilerine Kur’an öğreten ve Ömer’den saklanan Hz.Habbâb b. Eret(r.a)’i de çağırarak müslüman olduklarını Hz.Ömer(r.a)’in yüzüne karşı söylemiştir. Bunun üzerine yumuşayan Hz.Ömer(r.a) müslüman olmaya karar vermiş, Hz.Habbâb(r.a)’dan Resûlullah(s.a.v)’ın Erkam b. Ebü’l-Erkam(r.a)’ın evinde olduğunu öğrenip oraya gitmiş ve kendisine biat ederek müslüman olmuştur. (İbn İshak, s. 160-163; İbn Hişâm, I, 343-346; İbn Sa‘d, III, 267-269).
Diğer rivayete göre bir gece şarap içmek için içki arkadaşlarını aramış, kimseyi bulamayınca, Kâbe’ye gitmiş. Orada Kâbe’yi önüne alanResulullah(s.a.v)’in Beytülmakdis’e doğru namaz kıldığını görünce Kâbe’nin örtüsü altına saklanarak ona yaklaşmış, Resûl-i Ekrem(s.a.v)’in okuduğu, Kureyşliler’in Kur’an için söyledikleri, “Şairlerin, kâhinlerin veya Muhammed’in uydurmasıdır” şeklindeki sözlere cevaplar veren Hâkka sûresinin 41-46. âyetlerini duyunca müslüman olmaya karar vererek Hz. Peygamber(s.ça.v)’i takip etmiş, Hz. Peygamber(s.a.v)’in, evine girmeden önce onu farkedip “Ne var yâ Ömer?” diye sorması üzerine, “Allah’a, resulüne ve onun Allah katından getirdiği şeylere iman etmeye geldim” deyince Resûlullah(s.a.v), “Ey Ömer! Allah sana hidayet nasip etti” diyerek göğsünü sıvazlamış ve imanda sebat etmesi için ona dua etmiştir. (Müsned, I, 17; İbn Hişâm, I, 346-348).
Bu rivayetlerden ikincisi tercihe değer görülmektedir. Hz. Ömer(r.a)’in müslüman oluşunun Resûl-i Ekrem(s.a.v)’in, “Yâ rabbi! İslâmiyet’i Ömer b. Hattâb veya Amr b. Hişâm (Ebû Cehil) ile teyit et” duasının bir tezahürü olduğu belirtilmektedir. (Müsned, I, 456; İbn Hişâm, I, 345; İbn Sa’d, III, 269).
Hz. Ömer(r.a) müslüman olduğu gece Ebû Cehil’in evine giderek İslâm’ı kabul ettiğini bildirdi; ayrıca ertesi gün Cemîl b. Ma‘mer el-Cumahî’ye müslüman olduğunu bütün Kureyşliler’e ilân ettirdi. Onun İslâmiyet’e girmesinden sonra müslümanlar ilk defa Kâbe’de toplu olarak namaz kıldılar (Buhârî, “Feżâilü aśĥâbi’n-nebî”, 3, 6; “Menâķıbü’l-enśâr”, 35; İbn Hişâm, I, 342, 345, 348-350; İbn Sa‘d, III, 269-270).
Abdullah İbn Mesud(r.a)un Ömer’in Müslüman oluşu bir fetihti sözü bunu açıkça ortaya koymaktadır. Taberînin İbn Abbas(r.a)tan tahric ettiği bir hadise göre, Müslümanlığını ilk ilân eden kimse Hz.Ömer(r.a) olmuştur. Hz. Ömer(r.a)’in müslüman olmasından Medine’ye hicretine kadar geçen altı yıllık süre hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başlayınca Hz.Ömer(r.a) de yanında ağabeyi Hz.Zeyd(r.a), karısı ve oğlu Abdullah(r.a) başta olmak üzere akraba ve arkadaşlarından oluşan yirmi kişilik bir kafileyle Mekke’den ayrılıp Kubâ’ya gitti ve Rifâa b. Abdülmünzir’in evine misafir oldu. Resûlullah(s.a.v) bir evde toplanan ensarın erkeklerinden biat alırken kadınların başka bir evde toplanmasını ve onlardan kendisi adına Hz. Ömer(r.a)’in biat almasını emretti. (İbn Sa‘d, VIII, 7).
Resûl-i Ekrem (s.a.v), Hz.Ömer (r.a)’i Mekke’de Hz.Ebû Bekir(r.a)’le, Medine’de Hicretten sonra Ashâb-ı kiram arasında yapılan kardeşlikte Benî Sâlim kabilesinden İtbân b. Mâlik (r.a) ile (bazı rivayetlerde Uveym b. Sâide, Muâz b. Afrâ veya Evs b. Havlî (r.anhüm)) kardeş ilân etti. Hz. Peygamber(s.a.v)’in Medine’ye gitmesinden sonra diğer birçok muhacir gibi Kubâ’da oturmaya devam eden Hz.Ömer (r.a), gün aşırı Medine’ye giderek Resûlullah(s.a.v) ile görüşür, gitmediği günlerde İtbân(r.a) gider ve akşamları yeni nâzil olan âyetlerle Hz. Peygamber (s.a.v)’den öğrendiklerini birbirlerine anlatırlardı. Abdullah bin Zeyd bin Sa’lebe (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) rüyada ezan okunmasını görüp Peygamberimize (s.a.v) söylediler. Resûlullah (s.a.v) bunu beğenip namaz vakitlerinde okunmasını emir buyurdu.(Buhârî, “İlim”, 27; İbn Hişâm, I, 474-477, 505).
ŞEMAİLİ VE AHLAKI
Hz. Ömer(r.a)’in şemaili hakkında kısaca şunlar söylenebilir: Uzun boylu, iri cüsseli, sert mizaçlı, beyaz tenli, alnı geniş, bıyıkları uzun, saçları dökük ve gözlerinde bir nevi kırmızılık vardı.
Ahlakından da şöyle bahsedecek olursak; cesur ve yiğit, akıllı ve tedbirli, kanaatkar ve sabırlı, ibadet ehli ve zahid kısaca külli kemalat sahibiydi. Sözünü dinletir, din işlerinin yerine getirilmesinde insanların tenkidinden çekinmez, hak uğrunda hiçbir hatır gözetmez ve çevresindekilere sürekli iyilikte bulunurdu. Bütün yaşantısında Kitap ve Sünnet’in hükümlerini gözetmiştir. Bu yüzden onun hakkında “ El vakkafü indel hak (Hak mevzu bahis olunca hemen durup ona uyan)” denirdi. En mühim vasfı diye nitelendirebileceğimiz özelliği ise bütün işlerinde adaleti gözetmesiydi. Hatta O, tarihte adaletle ikiz olarak anılan bir insan olmuştur.
O, Peygamberi kendisine tam bir rehber ve önder olarak kabul etmiş, yaşadığı hayatı bütünüyle O’na benzetmiş; O’nun hayat tarzıyla bezenmiş eşsiz bir insandı. Roma’nın, Bizans’ın kapıları ona ardına kadar açılıp, ülkeler ve hükümdarlar kendisine bende olmayı kabul ederken dahi, onun hayat düzeninde zerre kadar değişiklik olmamıştı
*Câhiliyede izzetli, onurlu Ömer, İslâmiyet'te de, vakârlı, ciddiyetli, gönül sahibi, azametli ve aziz Ömer... Birinde, oldukça sert, oldukça haşin ve istediğini yaptırtan; öbüründe tevâzu kanatlan yerlere kadar ve insanların ayağının altında; fakat kâfirlere, fâcirlere karşı azîm, cesim bir Ömer!.. Câhiliye devrinde ma'den olarak nasılsa İslâmiyet’te de öyle.
Hz. Ömer(r.a) bütün savaşlarda bulundu. Bedir ve Uhud savaşında devamlı Resûlullahın (s.a.v) yanında bulundu. Bedir savaşına Kureyş’in bütün kabileleri iştirâk ettiği halde, Benî Adîy kabilesi Hz.Ömer (r.a)’in korkusundan savaşa iştirâk etmemiştir. Bu savaşa Hz.Ömer(r.a)’in kabilesinden sadece 12 kişi iştirâk etmiştir. Hz. Ömer(r.a) bu savaşta Kureyş’in kumandanlarından olan dayısı Âs bin Hâşim’i kendi eliyle öldürmüştür.
Uhud savaşında ise Resûlullah(s.a.v)’ın yanından bir an dahi ayrılmamıştır. Uhud’da müslümanları arkadan çevirmek isteyen müşrikleri geri püskürtmüş idi. Hendek savaşında hendeğin önemli bir yerini emrindeki askerlerle tutmuş, hücum eden düşmana mâni olmuştur. Hayberin fethinden sonra askerler arasında taksim edilen araziden kendine düşen kısmı vakfetti. Bu ilk vakıflardan biri oldu. Katıldığı seriyyeler dışında Resûl-i Ekrem(s.a.v)’in yanından hiç ayrılmayan Hz.Ömer(r.a) kumandanlığını Resûlullah(s.a.v)’ın yaptığı bütün savaşlarda, Hudeybiye Antlaşması, Umretü’l-kazâ ile Vedâ haccında bulundu.
Mekke’nin fethinde de bulundu. Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn savaşına katıldı. Tebük seferinde bütün malının yarısını orduya verdi. Hendek Savaş’ından sonra Peygamberimiz (s.a.v) Hz. Ömer(r.a)’in kızı Hz.Hafsa(r.anha)validemizle evlendi. Böylece Resûlullah(s.a.v)’ın akrabası olmakla şereflendi. Veda Haccında da bulunan Hz.Ömer(r.a), Resûlullahın (s.a.v) vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir(r.a)’e devamlı yardımcı oldu. Hz. Ebû Bekir(r.a)’in halife seçilmesinde ilk bîat eden Hz. Ömer(r.a)’dir. Bundan sonra da her işinde halifeye yardım edip, vefâtına kadar O’nun hizmetinde bulundu. Üsâme ordusunun Suriye’ye gönderilmesinde, irtidat (dinden dönme) olaylarının önlenmesinde büyük hizmetler yaptı. Hz.Ebû Bekir(r.a) devrinin Beyt-ül-mal emîni, yani mâliye vekîli Hz.Ömer(r.a) idi.
Hudeybiye Antlaşması’nda yer alan, Resûl-i Ekrem(s.a.v)’in ve müslümanların o yıl umre yapamayacakları, müslüman olup Hz. Peygamber(s.a.v)’e sığınanların Kureyşliler’e iade edileceği gibi şartları içine sindiremedi. Bu antlaşmanın Feth sûresinde “feth-i mübîn” olarak nitelendirilmesini de anlamakta güçlük çekti ve Medine’ye dönme kararını bir türlü kabul edemedi. Kendisini Hz. Ebû Bekir(r.a)ikna etti; daha sonra antlaşmanın sonuçlarını görünce bu tavrından dolayı pişmanlık duydu.
Resûlullah(s.a.v), Hayber’in fethinden sonra 7. yılın Şâban ayında (Aralık 628) Hevâzinliler’e karşı gönderdiği otuz kişilik müfrezenin başına Hz. Ömer(r.a)’i kumandan tayin etti (İbn Sa‘d, II, 117; bk. Türebe Seriyesi)
Mekke’nin fethinde İslâm ordusu henüz şehre girmeden Hz. Peygamber(s.a.v)’in çadırına gelen Kureyş reisi Ebû Süfyân’ın putları övdüğünü duyunca karşı çıktı ve onun müslüman olmasında rol oynadı. Fetihten sonra erkeklerden biat alan Resûl-i Ekrem(s.a.v) kendisi adına Kureyşli kadınlardan biat almasını ona emretti. Ayrıca Kâbe’deki resimleri imha vazifesini de yerine getirdi.(630) yılında Tebük Gazvesi öncesinde ordunun teçhizi için malının yarısını bağışladı. (İbn Sa‘d, II, 142).
Hz. Peygamber(s.a.v) rahatsızlığı sırasında oluşturduğu orduya Üsâme b. Zeyd(r.a)’i kumandan tayin etti ve Hz.Ömer(r.a)’i onun emrinde görevlendirdi. 11. yılın Safer ayının son haftasında (Mayıs 632) namaza çıkamayacak kadar rahatsızlığı artınca namazı Hz. Ebû Bekir(r.a)’in kıldırmasını emretti. Bir rivayete göre Hz. Âişe(r.anha)annemiz, babasının zayıf sesli ve çok hassas olup Kur’an okurken ağladığını söyleyerek namazı Hz. Ömer(r.a)’in kıldırmasını istemiş, hatta bunu Hz.Ömer(r.a)’e söylemiş, o da namaz kıldırmaya başlamış, ancak Resûl-i Ekrem(s.a.v) buna engel olmuştur (İbn Hişâm, II, 652; İbn Sa‘d, II, 217-226; III, 178-180).
Hz. Peygamber(s.a.v), hastalığının şiddetlendiği bir sırada kâğıt ve kalem getirilip söyleyeceklerinin kaydedilmesini istemişti. Hz. Ömer(r.a)’in de aralarında bulunduğu bazı sahâbîler buna gerek olmadığını, Resûlullah(s.a.v)’ın rahatsızlığının şiddetlenmesi yüzünden böyle bir talepte bulunduğunu, Allah’ın kitabı ve Hz. Peygamber(s.a.v)’in sünnetinin yeterli olduğunu söylemiş, bazıları ise aksi kanaat belirtmiş, bunun üzerine Resûl-i Ekrem(s.a.v), yanında tartışmamalarını söyleyerek kendisini yalnız bırakmalarını bildirmiştir. Tarihe “Vasiyetnâme” veya “Kırtâs Vak‘ası” diye geçen bu olay (Tecrid Tercemesi, I, 108-111; XI, 412-417) bilhassa Şiîler tarafından Hz. Ömer(r.a) aleyhine kullanılmıştır. (Fığlalı, s. 18-22).
Resûl-i Ekrem (s.a.v)’in vefatı sahâbîler arasında büyük bir üzüntü ve şaşkınlık meydana getirmiş, Hz. Ömer(r.a) Mescid-i Nebevî’de, “Resûlullah(s.a.v) ölmemiştir! Allah onu muhakkak ki tekrar gönderecek ve böyle söyleyen kimselerin ellerini ve ayaklarını kestirecektir!” sözleriyle duygularını ifade etmiş, onu ve diğer sahâbîleri Hz. Ebû Bekir(r.a) ikna etmiştir (Buhârî, “Feżâilü aśĥâbi’n-nebî”, 5; İbn Hişâm, II, 655-656; İbn Sa‘d, II, 266-272; Tecrid Tercemesi, XI, 26-28).
Hz. Peygamber(s.a.v)’in vefatı üzerine ensarın Sakīfetü Benî Sâide’de toplanarak halife seçimi konusunu görüştüğünü öğrenen Hz.Ömer(r.a) yanına Hz.Ebû Bekir(r.a) ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh(r.a)’ı da alıp oraya gitti. Hz. Ebû Bekir(r.a) onlara Hz.Ömer(r.a)’i veya Ebû Ubeyde(r.a)’yi halife seçmelerini teklif etti. Ancak Hz.Ömer(r.a) ve Hz.Ebû Ubeyde(r.a), o varken bu görevi üstlenemeyeceklerini belirterek Hz.Ebû Bekir(r.a)’e biat ettiler. Hz. Ömer(r.a) ertesi gün Mescid-i Nebevî’de bir konuşma yaparak müslümanlardan Kur’ân-ı Kerîm’e sarılmalarını ve Hz.Ebû Bekir(r.a)’e biat etmelerini istedi (İbn Hişâm, II, 660).
Hz. Ebû Bekir(r.a)’in hilâfeti döneminde Hz.Ömer(r.a) ona müşavirlik ve kadılık yaptı. Halife olunca Üsâme b. Zeyd(r.a) kumandasındaki orduya hareket emri veren Hz.Ebû Bekir(r.a), Hz.Ömer(r.a)’in Medine’de kalmasını istedi ve bunun için Üsâme(r.a)’den izin aldı (İbn Sa‘d, II, 190).
Peygamberlik iddiasında bulunanlarla savaşma konusunda bir ihtilâf olmamasına rağmen zekât vermek istemeyen kabileler hakkında ashap arasında farklı görüşler ortaya çıktı. “Lâ ilâhe illallah” diyenlerle savaşmanın doğru olup olmayacağı hususunda Hz. Ömer(r.a)’in başlattığı tartışma Hz. Ebû Bekir(r.a)’in namaz kılmayı kabul edip zekât vermek istemeyenlerle savaşmanın şart olduğu konusunda farklı düşünenleri ikna etmesiyle son buldu.
Hz.Ömer(r.a) Medine’ye saldırmak isteyen âsilerin dağıtılmasını sağlayanlar arasında yer aldı. Peygamberlik iddia eden Tuleyha b. Huveylid üzerine bizzat yürümeye hazırlanan halifeyi Hz.Ali(r.a) ile birlikte bu kararından vazgeçirdi ve ordunun başına Hâlid b. Velîd(r.a)’in getirilmesini sağladı. Ticaret yapmayı sürdürmek isteyen Hz. Ebû Bekir(r.a)’e müdahale edip beytülmâle bakan Ebû Ubeyde(r.a)’den ona maaş bağlattı. (İbn Sa‘d, III, 184-185; Abdülhay el-Kettânî, I, 134, 425)
Hz.Ebû Bekir(r.a)’in müellefe-i kulûbdan iki kişiye tahsisat ayırmasına karşı çıkarak artık onlara ihtiyaç kalmadığını söyledi. Müseylimetülkezzâb ile yapılan Akrabâ savaşında (H.11-M. 632) hâfız sahâbîlerden bir kısmının şehid düşmesi üzerine Kur’an’ın toplanması konusunu Hz. Ebû Bekir(r.a)’e açtı. Resûl-i Ekrem(s.a.v)’in yapmadığı bir işi yapma hususunda tereddüt gösteren halifeyi ikna edip vahiy kâtiplerinin yazdığı dağınık haldeki âyet ve sûrelerin Zeyd b. Sâbit(r.a) başkanlığında bir heyet tarafından bir araya getirilmesini sağladı. (Buhârî, Feżâilü’l-Ķurân,3)
Hz. Ebû Bekir(r.a) Medine’den ayrıldığında veya hastalığında kendisine vekâlet etti (İbn Sa’d, III, 186; Halîfe b. Hayyât, I, 102)
H. 11-M.633 yılı hac mevsiminde emîr-i hac olarak görevlendirildi. (İbn Sa‘d, III, 177). Hz. Ebû Bekir(r.a) namaza çıkamayacak derecede hastalanınca imamlık görevini Hz.Ömer(r.a)’e bıraktı ve onu yerine halef tayin etmek üzere Abdurrahman b. Avf, Saîd b. Zeyd, Osman b. Affân, Üseyd b. Hudayr(r.anhüm) gibi sahâbîlerle istişareye başladı. Bunlardan bazıları Hz. Ömer(r.a)’in sert mizacını ileri sürerek çekincelerini dile getirdiler. Halife görüşmelerini tamamladıktan sonra Hz. Osman(r.a)’ı çağırarak bu hususta bir ahidnâme yazdırıp mühürledi; yanına Hz.Ömer(r.a) ile Hz.Osman(r.a)’ı alıp Mescid-i Nebevî’ye gitti ve halka şöyle dedi: “Sizin için halife seçtiğim kişiye razı olur musunuz? Bir yakınımı tayin etmedim. Allah’a andolsun ki bütün gücümle düşünüp taşındım ve Ömer b. Hattâb’ı uygun buldum; onu dinleyin ve ona uyun” orada bulunanların hepsi olumlu cevap verdi.
Hz. Ebû Bekir(r.a)’in vefat ettiği gün (22 Cemâziyelâhir H.13 / M.23 Ağustos 634) Hz. Ömer(r.a) Mescid-i Nebevî’de biat aldı. İlk iş olarak, kaybettikleri bölgeleri geri almak için harekete geçen Sâsânîler’e karşı halkı Irak cephesindeki mücahidlere yardıma çağırdı ve Ebû Ubeyd es-Sekafî(r.a)’yi 1000 kişilik bir birliğin başında Irak’a gönderdi. Ebû Ubeyd(r.a)’in Köprü Savaşı’nda şehid olması üzerine Sa‘d b. Ebû Vakkās(r.a)’ı kumandan tayin etti. Kādisiye Savaşı’nı kazanan Sa‘d(r.a)(H.15-M. 636) Sâsânî ordusunu takip ederek Medâin’i ele geçirdi (Safer 16 / Mart 637). Sâsânî kuvvetleri Celûlâ Savaşı’nda da yenilgiye uğratıldı (H.16-M. 637). Fetihlerin bu aşamasında Hz. Ömer(r.a), Sa‘d b. Ebû Vakkās(r.a)’a Hîre yakınlarında Kûfe’yi, Utbe b. Gazvân(r.a)’a da Basra’yı ordugâh şehir olarak kurmalarını emretti. Utbe b. Gazvân(r.a), İran’ın Ahvaz bölgesini fethetti (H.17-M.638); ancak bölge bir yıl sonra tekrar Sâsânî ordusunun eline geçti. Nu‘mân b. Mukarrin(r.a)’e yardım için gelen ordu çetin bir mücadeleden sonra Tüster’i fethetti (H.20-M.641). Celûlâ ve Hulvân’ın ardından Sûs, Hûzistan ve Musul’u ele geçiren müslümanlar Nihâvend zaferiyle Irak’ın fethini tamamladı (H.21-M.642).
Hz. Ömer(r.a), Bizans İmparatorluğu’na karşı Suriye cephesindeki savaşlara da ara verilmeden devam edilmesini emretti. Hz. Ebû Bekir(r.a) döneminde kazanılan Ecnâdeyn zaferinden (13/634) sonra Hz. Ömer devrinde yapılan Fihl Savaşı’nda müslümanlar Bizans kuvvetlerine büyük zayiat verdirdiler (28 Zilkade 13 / 23 Ocak 635). Mercüssuffer’de yenilip Dımaşk’a sığınan Bizans askerlerini takip ederek şehri kuşatıp fethettiler (Receb 14 / Eylül 635). Aynı yıl Mercürrûm Savaşı’nı da kazandılar. Bu sırada Ba‘lebek, Humus ve Hama şehirleri de ele geçirildi. Müslümanların bu başarıları üzerine Bizans İmparatoru Herakleios hıristiyan Araplar’ın ve Ermeniler’in katıldığı büyük bir ordu hazırladı. Ancak Bizans ordusu Yermük Muharebesi’nde ağır bir yenilgiye uğradı (12 Receb 15 / 20 Ağustos 636) ve bölgedeki bütün şehirler müslümanların eline geçti. H.16 –M.637) yılında Şeyzer, Kınnesrîn, Halep, ardından Antakya, Urfa, Rakka ve Nusaybin kısa aralıklarla müslümanlara teslim oldu. Öte yandan Filistin’in fethine devam edildi ve Kudüs kuşatıldı. Patrik Sophronios şehrin anahtarlarını o sırada inceleme ve görüşmelerde bulunmak için Suriye’ye gelen ve Câbiye’de bulunan Hz. Ömer(r.a)’e teslim etmek istediğini belirtti. Halife bizzat Kudüs’e giderek halka eman verip kendileriyle bir antlaşma yaptı (17/638). Daha sonra Filistin’in sahil şehirleri başta olmak üzere diğer yerleşim yerleri fethedildi. Hz. Ömer(r.a) sahillere yakınlığı dolayısıyla tehlike oluşturan Kıbrıs’ın fethine deniz seferinin zorluğunu düşünerek izin vermedi. Ancak Suriye ve Filistin’de mağlûp olan bir kısım Bizanslı kumandan ve askerlerin Mısır’a kaçtığını ve Mısır’ın fethinin gerekli olduğunu söyleyen Amr b. Âs(r.a)’ın görüşünü benimseyerek Mısır’ın fethini emretti. Mısır’ın fethi üç yılda tamamlandı (H.19-21-M.640-642). Bu arada Hz. Ömer(r.a) diğer deniz seferlerine ve bunun için bir donanma kurulmasına müsaade etmedi. Onun bu kararında gemilerin batmasıyla sonuçlanan iki teşebbüsün etkisi bulunmaktadır .(İbn Sa’d,.,III, 284-285; Belâzürî, Fütûĥ, s. 181, 476,Abdülhay el-Kettânî, I, 547-549).
Sonuçta İslâm orduları onun zamanında Sâsânî İmparatorluğu’na tâbi Irak, İran ve Azerbaycan ile Bizans İmparatorluğu’na tâbi Suriye, el-Cezîre, Filistin ve Mısır’ı İslâm ülkesine kattılar. Gerçekleştirilen fetihler sonucu ele geçirilen ganimetlerde büyük bir artış oldu. Hz. Ömer(r.a), müslümanlarla gayri müslimlere ait yeni ortaya çıkan çeşitli problemleri ve ihtiyaçları görerek bunların halledilmesi yolunda düzenlemelere teşebbüs etti. Bu düzenlemelere, kazanılan ganimetlerle İslâm’ın eline geçen bu çok büyük coğrafyada yaşayan başka dinden insanlar ve onların sahip oldukları toprakları ele alarak başladı. Ganimet ve toprak meseleleri yanında müslümanların Suriye’de yerleşimi hususunu görüşmek üzere Safer H.16 –M.Mart 637) tarihinde bazı sahâbîlerle birlikte Câbiye şehrine gitti. Suriye’deki bütün valilerin katıldığı toplantıda gelirlerin taksiminde göz önünde bulundurulacak esasları ortaya koydu ve müslümanların gayri müslimlerle münasebetlerinde dikkat edecekleri hususlara işaret etti. Bu sırada Kudüs’ü teslim alan Hz. Ömer(r.a) bütün kumandan-valilerle istişarelerde bulundu. Bizans’tan gelecek saldırıların önlenmesi için Câbiye’deki ordugâhın dağıtılarak iki ayrı cephede savunma hatlarının kurulmasını kararlaştırdı ve mevcut şehirlere yerleşilmesini istedi. H.17 –M.638) veya H.18 –M.639) yılında Amvâs’ta çıkan veba salgını buradan Suriye’nin çeşitli yerlerine yayıldı. Bu salgında başta Ebû Ubeyde b. Cerrâh(r.a) olmak üzere birçok sahâbî ile 25.000’e yakın kişi öldü.
H.20 –M.641 yılında Hayber ve çevresindeki yahudileri Arap yarımadası dışına çıkaran Hz. Ömer(r.a) (İbn Sa’d, II, 114; Belâzürî, Fütûĥ, s. 25, 28) daha sonra Hayber’e giderek bu bölgedeki toprakların durumunu inceledi. Barış veya savaş yoluyla alınmalarına ve Hz. Peygamber(s.a.v)’in yaptığı taksimata göre bu toprakların sahiplerine verilmesini istedi. Topraklardan beytülmâl hissesi olarak Resûl-i Ekrem(s.a.v)’in hanımlarına düşen paylar hususunda kendilerini serbest bıraktı; bir kısmı toprağı, bir kısmı gelirini almaya karar verdi. Fedek toprakları yarısı Hz. Peygamber(s.a.v)’e ait olmak üzere barış yoluyla ele geçirilmişti. Hz. Ömer(r.a) bu toprakların fiyatını tesbit ettirdi. Yarısının karşılığını Fedekliler’e ödedikten sonra onları da diğerleriyle birlikte Suriye tarafına sürdü. Aynı tarihte Necranlı hıristiyanları da Kûfe taraflarındaki Necrâniye’ye gönderdi. Mallarını satın alarak mağdur olmalarını önledi. Ayrıca gittikleri yerde kendilerine geniş topraklar verilmesini, bu topraklardan bir süre vergi alınmamasını, daha sonra Hz. Peygamber(s.a.v) ile yaptıkları anlaşmaya uygun biçimde cizye vermeye devam edilmesini valilerinden istedi.
Hz. Ömer(r.a)’in Şahsiyeti
Hz. Ömer(r.a)’in, şahsi hayatı oldukça sadeydi. Hz. Ömer(r.a) Bizans ve İrana karşı büyük ordular sevk eden ve onları tarihlerinde pek nadir tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir devletin başkanıdır. Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık ve yırtık ayakkabılarla hayatını sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir kadına su taşırken görülür, bazen de günün yorgunluğunu hafifletmek için mescidin çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medine’den Mekke’ye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir.
Hz.Ömer(r.a) geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Peygamberin (s.a.v) Medine’de ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayberin fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında taksim edilmişti. Ancak, Hz.Ömer(r.a) kendi payına düşen araziyi vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti Bu arazi satılamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz geliri fakirlere, akrabaya, kölelere Allah(Azze ve Celle) yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır. Vakfı yöneten kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakınca yoktur. İslam’da ilk vakıf olayı budur. Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi iaşesinin temini için Ashaba müracaat etmiş Hazreti Alinin teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkanı sağlanmıştı.
Hicri 15 yılında Müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da ileri gelen Ashaba verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin edilmişti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazı meblağdı. Hz.Ömer(r.a), yemek olarak genellikle şunları yerdi Ekmek buğdaydan olduğu zaman kepekli, bazen et, süt, sebze ve sirke. Hz. Ömer(r.a)’in halifelik dönemi birçok yeniliğe sahne oldu. Onun zamanında ülke, yönetim birimlerine ayrıldı. Valiler ve Halifeye bağlı olarak kadılar atandı. İlk kez adalet işlerinde kadıların görevlendirilmesiyle, yönetim ve adalet işleri birbirinden ayrıldı. Hicri takvimin uygulamaya konulması, devletin önemli sorunlarının görüşüldüğü bir meclisin ve devlet hazinesinin oluşturulması yine bu yıllarda gerçekleşti.
Hz.Ömer(r.a) çok âdil, âbid, çok merhametli, aşağı gönüllü olup, fakirlerle yaşar idi. Diğer bir hizmeti de müslümanların artmasıyla küçük gelmeye başlayan Mescid-i Harâm’ı ve Mescid-i Nebevî’yi genişletip tamir ettirmesidir. Mescid-i Haram etrâfına da duvar çektirdi.
Hz. Eslemî(r.a), Beyt-ül-mala bakmağa memur etmişti. Eslemîden, Hz.Ömer(r.a) Beyt-ül-maldan birşeyler alıyor mu? Diye sordular. İhtiyacı olduğu zaman borç alır, eline geçince öder, dedi.
Hz.Ömer(r.a), kuru arpa ekmeği yer, kalın kumaşlardan elbise giyerdi. Zamanında çok fetihler oldu. O’nun zamanında sekizbin câmide Cum’a namazı kılınıyordu. Her nereye asker gönderse, zafer bulup, sağ sâlim olarak ganîmetle dönerdi. Ordusunun mağlup olduğu görülmemiştir. Çünkü çok hazırlıklı, tedbirli ve adâletli hareket ederdi. Bu şanı, şöhreti O’nun yemesini içmesini değiştirmedi. Mübârek, kalbine kibir gelmedi, büyüklenmedi. Sonu üzüntü, pişmanlık olan iş yapmadı.
Kudüs’e giderken deveye kölesi ile nöbetleşe biniyordu. Şehre girerken deveye binme sırası kölesine geldiği için devenin önünde yürüyordu. Kuvveti, adâleti, askerleri üç kıtayı titreten İslâm halifesini görmeye gelenleri hayrette bırakmıştı. Kudüse geldiğinde orada bir hutbe okudu ve buyurdu ki: “Hamd ve sena Allah’u Teâlâ’ya mahsûstur. O her şeye kadirdir, dilediğini yapar. Allahü teâlâ, bizi İslâm dîni ile şerefli kıldı. Muhammed aleyhisselâm ile doğru yolu gösterdi. Bizden dalâleti, sapıklığı kaldırdı. Buğz ve adavetten, ayrılık ve tefrikadan uzaklaştırdı. Ey müslümanlar, bu büyük ni’mete hamd ediniz. Zira böyle yapmamız, ni’metin artmasına sebep olur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki: “Ni’metlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim” Yine buyuruyor ki: “Allah’ın hidâyet ettiği kimse, o, doğru yol üzeredir. Şaşırttığı kimse için de, asla doğru yolu gösterici bir yardımcı bulamazsın” (Kehf 17). Sîzlere kendisinden başka her şey fâni olan, kendisi Bâki olan, Allahü teâlâdan korkmanızı tavsiye ederim. O’na itaat eden evliyâsından olur. O’na isyan edenin ahireti yok olur. Ey insanlar mallarınızın zekâtını veriniz, böylece kalblerinizi ve nefislerinizi temizlersiniz. Allah’tan başka hiç bir mahlûktan karşılık ve teşekkür beklemeyiniz. Öğütlerimi iyi anlayınız. Akıllı olan dinini muhafaza eder. Sa’îd olan başkasının nasîhat ve öğüdünü kabûl eder. İslâmiyete, Resûlullah’ın sünnetine yapışınız. Kur’ân-ı kerîm’in emirlerine uyunuz. Zira O’nda dertlere deva ve sevâb vardır.”
Hz.Ömer(r.a) öyle adâletli idi ki, kendi oğlu günah işleyince, Allah’u Teâlânın emri kadar had vurulmasını emretti. Ölünceye kadar bütün İslâm âleminin Resûlullah’ın (s.a.v) zamanındaki gibi huzûr, safa ve rahatlık içinde yaşamasını temin etti.
VEFATI
Birgün Kab el Ahbar geldi ve Hz. Ömer(r.a)’e;” Ey müminlerin emiri Günlerini say, üç gün sonra bir kölenin elinden ecel şerbeti içeceksin dedi. Hz.Ömer(r.a):” Nereden biliyorsun? Deyince.
“Tevrat’ta yazıyor “diye cevap verdi.
Hz. Ömer(r.a), H.23 –M.644) yılı haccını eda edip Medine’ye döndüğü günlerde, Mugīre b. Şu‘be’nin Basra valisi iken edindiği kölesi Ebû Lü’lüe Fîrûz en-Nihâvendî efendisinin kendisinden fazla ücret aldığını söyleyerek bunun azaltılmasını istedi. Halife onun demircilik, marangozluk ve nakkaşlık yaptığını öğrenince Mugīre’nin kendisinden aldığı ücretin fazla olmadığını bildirdi. Bunun üzerine Ebû Lü’lüe ertesi gün sabah namazında hançerle Hz. Ömer(r.a)’i yaraladı ve müslümanların elinden kurtulamayacağını anlayınca kendini öldürdü. Hz. Ömer(r.a), yaralı olduğu hâlde eve gelerek, oğlu Abdullah(r.a)’a katili aramasını söyledi. Sonra bir tabip çağrıldı. Fakat bunun bir faydası olmadı
Sabah Namazını Hz. Abdurrahman b. Avf (r.a.) kıldırdı. Namazı müteakip bütün cemaat Hz. Ömer (r.a.)’in evine dolmuştu, Hz. Ömer(r.a) uzanmış upuzun yatıyordu. Herkes başucundaydı ve hıçkırıklar boğazlarda düğümlenip kalmıştı. Doktorun "Ya Ömer (r.a)! Vasiyetini yap" dediğini duyunca bir anda içeride bir feryad u figan koptu. Herkes ağlıyordu. Hz. Ömer (r.a), "Ağlamayın! Ağlayacak olan yanımdan çıksın. Siz Allah Resulü’nün, ‘Ehlinin ağlamasıyla ölü eziyet çeker’ dediğini duymadınız mı" diyerek onların ağlamasına mani olmaya çalıştı. Hz. Ömer(r.a), İbn Abbas(r.a)’a "Bakın bakalım beni vuran kimdir" diye sordu. Gelen habere göre onu Muğire b. Şu’be’nin kölesi Firuz hançerlemişti. Hz. Ömer(r.a) bunu öğrenince "Allah’a hamd olsun ki beni bir Müslüman eliyle öldürtmedi" dedi. Bir ara daldı. Başucunda duran oğlu Abdullah(r.a), gözlerini babasından bir an ayırmıyordu. Hz.Ömer(r.a)’de bir düşünce hem de yüreğini dağlayan bir düşünce vardı. Ve gözlerini açarak ümitsiz bir ifadeyle: "Oğlum! Git, Aişe’ye benden selam söyle. Fakat sakın, Emiru’l-mü’minin’in selamı var, deme. Zira şu anda ben mü’minlerin emiri değilim. Ona, "Ömer senden, acaba iki arkadaşıyla beraber yatmasına müsaade eder misin" diye izin istiyor de.”
İbn Ömer (r.a) babasının emrini yerine getirmiş ve Hz. Aişe(r.anha)validemizin evine gelmişti. Onu bir köşede oturmuş ağlıyor buldu. Resûl-i Ekrem (s.a.v)’in hücresine onun ayağının dibine defnedilmek için izin istedi. Babasının arzusunu söyleyince Hz. Aişe(r.anha) validemiz, "Vallahi orayı ben kendim için düşünmüştüm. Fakat bugün Ömer’i nefsime tercih ederim" dedi. İbn Ömer (r.a.) bu müjdeli haberle dönüp babasını müjdeleyince Hz. Ömer(r.a) birden rahatlayıverdi. Ve dudaklarından şu cümle döküldü: "Vallahi işte benim derdim buydu." Çok kereler gözünü açamayacak kadar halsizleşiyordu. Başındakiler ne yemek ne de su teklifiyle onu uyandıramıyorlardı. Fakat içlerinden birisi "Ömer namaz vakti geçiyor" dediği an Hz. Ömer(r.a) birden ayağa fırlıyor "Namaz! Namazsız adamın İslam’dan nasibi yoktur" diyor ve namazını eda edip tekrar uzanıyordu.
İşte Hz. Ömer(r.a)’in namaza olan iştiyakı bu ölçüdeydi. Namaz dendiğinde akan sular duruyor ve bütün acılarına rağmen namazını ihmal etmiyordu.
Halife ölüm döşeğinde iken kendisine yerine birini bırakması teklif edilince aşere-i mübeşşereden altı kişilik şûranın toplanarak üç gün içerisinde aralarından birini halife seçmelerini istedi; oğlu Abdullah(r.a)’ı da halife seçilmemek şartıyla bu heyete dahil etti. Namazı kıldırmak üzere Suheyb b. Sinân(r.a)’ı, şûra üyelerini toplamak üzere Mikdâd b. Esved(r.a)’i, seçim gerçekleşinceye kadar heyetin rahatsız edilmemesini sağlamakla da Ebû Talha el-Ensârî(r.a)’yi görevlendirdi.
Hz. Ömer(r.a) üç gün sonra vefat etti (26 Zilhicce 23 / 3 Kasım 644 Çarşamba günü). Hz. Ömer(r.a)’de şehid edildiğinde , Resûlullah(s.a.v) ve Hz. Ebu Bekir(r.a) gibi atmış üç yaşında idi.Cenaze namazını Suheyb b. Sinân(r.a) kıldırdı. (İbn Sa’d, III, 367)
Her haliyle dost ve düşmanın hayran kaldığı adâleti dillere destan olan Hz.Ömer(r.a)’in vefâtı Ashâb-ı kiramı ve diğer müslümanları son derece üzdü, mahzûn etti. Hz.Ömer(r.a) şehîd olunca Abdullah İbni Ömer(r.a), Sahâbe-i kirama dedi ki: (ilmin onda dokuzu, Ömer (r.a) ile beraber öldü). Bazılarının bu sözü anlamayarak durakladıklarını görünce (ilimden maksadım Allah’u Teâlâyı bilmektir. Diğer bilgiler değildir.) dedi. Peygamberlerden sonra insanların en üstünü Hz.Ebû Bekir(r.a)’dir. Ondan sonra Hz.Ömer(r.a)’dir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Cebrâil (aleyhisselâm) bana gelip dedi ki: “Ömer(r.a)’in ölümü üzerine bütün İslâm âlemi ağlayacaktır.”
Hz.Ömer(r.a) çeşitli Hadîs-i şeriflerle meth edildi. “Ben Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra Peygamber gelmeyecektir. Eğer benden sonra peygamber gelseydi, Ömer elbette peygamber olurdu.” Hadîs-i şerîfi yüksekliğini anlatmaya yetişir. Fazîletini, üstünlüğünü ve kıymetini bildirmek için hakkında din âlimleri ve müslüman olmayan kimseler tarafından ciltlerle kitap yazıldı.
Hz.Ömer(r.a)’i metheden hadîs-i şerîflerin çoğunu Hz.Ali(r.a) bildirmiştir. O’nu metheden hadîs-i şerîflerden bir kısmı şunlardır: Hz.Ömer(r.a), Umre için Resûlullahtan(s.a.v) izin isteyince Resûlullah(s.a.v): “Yâ ahi! (Ey kardeşim) duânda bizi de unutma!” buyurdu.
Hz.Ömer(r.a) îmân ettiği gün, Cebrâil aleyhisselâm geldi ve “Melekler birbirlerine Ömer’in Müslüman olduğunu müjdelediler” dedi.
“Ömer Cennet ehlinin ışığı ve İslâm’ın nûrudur.”
“Allah’u Teâlâ, hakkı Ömer’in diline ve kalbine yerleştirmiştir.”
“Şeytan, Ömer İbni Hattab’ı gördüğü zaman, heybetinden yüzüstü yere düşer.”
“Şu dört kişiyi ancak münâfık olan kimse sevmez: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali.”
Hz.Ömer(r.a) bütün ilimlerde Ashâb-ı kirâm’ın ileri gelenlerinden idi. Tefsîr ilminde çok yüksek idi. Kur’ân-ı kerîmin tefsîrini bizzat Resûlullah(s.a.v)’tan dinlemiş ve öğrenmiştir. Peygamber(s.a.v) Efendimizin devrinde de kadılık yapardı. Ashâb-ı kirâm’ın müşkillerini hallederdi. Kur’ân-ı kerîm’in birçok âyeti, O’nun ictihâdına uygun olarak nâzil olmuştur. Hz. Ömer(r.a) fıkıh ilmine çok büyük hizmet etmiştir. Fıkıh usûlünün birçok kaidelerini tesbit etmiş, Resûlullah(s.a.v)’ın sünnetlerini itina ile tesbite çalışmış, kendisinden rivâyet edilen fetvâların adedi, binlere ulaşmıştır. Bu fetvâların 1000 kadarı fıkhın mühim meselelerinin temelini teşkil etmiştir.
Hz.Ebû Bekir(r.a) zamanında açıklanmamış meselelerin hepsini bir icmâya bağlamıştır. Bunlarda hiçbir şüphe bırakmadı. Hz.Ömer(r.a)’in bildirmediği meselelerde, o günden bu güne kadar söz birliği olmadı. Hz.Ömer(r.a)’in icmâ husûsundaki bu gayreti, kıyâmete kadar gelecek İslâm âlimlerini güç durumdan kurtarmıştır.
Dört hak mezhebin hiç ihtilaf etmedikleri fıkıh ilmine dair bilgiler, Hz. Ömer(r.a) zamanında icma edilen meselelerdir. Hz.Ömer(r.a), Peygamber(s.a.v) Efendimizin hadîs-i şerîflerine en iyi vâkıf olanlardan idi. Hadîs-i şerîf rivâyetinde çok titiz davranırdı. Resûlullah(s.a.v)’a isnadı kuvvetli bir delîl ile sabit olmayan hadîs-i şerîf ile amel etmezdi.
Bu sebeple Hz.Mu’âviye(r.a) buyurdu ki: “Ömer bin Hattab’ın bildirdiği hadîslere iyi sarılınız. Çünkü O, Resûlullah’ın söylemediği şeylerin hadîs diye nakledilmemesi için insanları korkutmuştur.”
Hz. Ömer(r.a) kaynaklarda uzun boylu, gür sesli ve heybetli bir kişi olarak tasvir edilir. Birçok kadınla evlenen Hz. Ömer(r.a) ilk evliliğini Zeyneb bint Maz‘ûn el-Cumahiyye ile yaptı. Abdullah(r.a)ve Hafsa(r.anha) bu evlilikten doğan çocuklarıdır. Câhiliye döneminde evlendiği Müleyke bint Amr ve Kureybe bint Ebû Ümeyye’yi İslâmiyet’i kabul etmedikleri için müşrik kadınlarla evlenmeyi yasaklayan âyet (el-Mümtehine Suresi,10) doğrultusunda boşadı. Başka evlilikler de yapan Hz. Ömer(r.a) son evliliğini H.17 –M.638) yılında Hz. Ali(r.a) ve Hz.Fâtıma(r.anha)’nın kızları Ümmü Külsûm(r.anha) ile yaptı. Hz. Ömer(r.a)’in bu evliliğiyle Resûl-i Ekrem(s.a.v)’le akrabalık kurma amacı taşıdığı bilinmektedir.
Aşere-i mübeşşereden olan Hz. Ömer(r.a) aynı zamanda vahiy kâtiplerinden ve Resûlullah(s.a.v)’ın en yakın sahâbîlerdendir. Kızı Hafsa(r.anha) ile Hz. Peygamber(s.a.v)’in evlenmesi (H.3-M. 625) onların bu dostluğunu daha da pekiştirmişti.
Resûl-i Ekrem(s.a.v) kendisiyle birçok konuda istişare ederdi. Onun bazı görüşlerinin nâzil olan âyetlerle teyit edildiği görülmektedir. “Muvâfakāt-ı Ömer” denilen bu âyetler arasında şarabın kesin biçimde haram kılınması (el-Bakara Suresi,219), Hz. Peygamber(s.a.v)’in evine gelen kimselerle hanımlarının perde arkasından konuşmasının daha uygun olacağı (el-Ahzâb Suresi,53), Kâbe’deki Makām-ı İbrâhim’in namazgâh ittihaz edilmesi (el-Bakara Suresi,125) ve münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cenaze namazının kılınmaması gerektiği (et-Tevbe Suresi,84) gibi hususlar örnek olarak zikredilebilir (Muvâfakāt-ı Ömer için bk. Tecrid Tercemesi, II, 346-353; XI, 46-50; İmâdî, s. 19 vd.). Hz. Ebû Bekir(r.a) ile birlikte “şeyhayn” diye anılmış ve bazı fakih sahâbîler onların ittifak ettikleri hususları diğer sahâbîlerin görüşlerine tercih etmiştir.
Hz. Ebû Bekir(r.a) Medine’de kazâ işlerinin başına onu getirmişti. Resûl-i Ekrem(s.a.v) onun hakkında, “Allah, gerçeği Ömer’in lisanı ve kalbi üzere yarattı” (Tirmizî, “Menâķıb”, 18)
“Allah’ın emirleri konusunda ümmetimin en kuvvetlisi Ömer’dir”; “Muhakkak ki şeytan senden korkar, yâ Ömer!” demiş, “Ey Allahım! Ömer’in kalbinden haset ve hastalıkları çıkar ve onu imana tebdil et” şeklinde dua etmiştir. (Müsned, IV, 336; Müslim, “Îmân”, 69)
Hz. Ömer(r.a), “Sana vâiz olarak ölüm yeter ey Ömer!” ifadesini mührüne kazıtmış, kendisini malıyla ve canıyla Hz. Peygamber(s.a.v)’in yoluna adamıştır.
Hz. Ömer(r.a)’in en meşhur lakabı “Fârûk”tur. “Hak ile bâtılı birbirinden ayıran” anlamındaki bu lakabı kendisine Hz. Peygamber(s.a.v)’in, müslümanların veya Ehl-i kitabın vermiş olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. (İbn Sa‘d, III, 270-271; Abdüsselâm b. Muhsin Âl-i Îsâ, I, 78-80; ayrıca bk. FÂRÛK)
İslâm tarihinde “emîrü’l-mü’minîn” tabiri ilk defa Hz. Ömer(r.a) için kullanılmıştır. Sünnî ulemâsı, onun Hz. Ebû Bekir(r.a)’den sonra müslümanların en faziletlisi ve hilâfet makamına en uygun sahâbî olduğunda ittifak etmiştir. Şiî ulemâsı ise Hz. Ali(r.a)’nin hilâfetiyle ilgili ilâhî emir bulunduğunu, Hz. Ömer(r.a)’in Ebû Bekir(r.a) ve Ebû Ubeyde(r.a) ile birlikte bu emre muhalefet ettiğini ve Resûlullah(s.a.v)’ın cenazesi henüz ortada iken hilâfeti Hz. Ali(r.a)’den gasbettiğini ileri sürmüş, Hz. Ebû Bekir(r.a)’in Ömer(r.a)’i halife tayin etmesini de eleştirmiştir. Küfür ve hakarete varan tutum ve davranışlarda bulunmuşlardır.
Sünnî kaynaklarında Hz. Ebû Bekir(r.a)’in yaptığı istişarelerden sonra Hz.Ömer(r.a)’i yerine bırakmayı kararlaştırdığı, Hz. Ömer(r.a)’in başarılı yönetiminin bu tayinin ne kadar isabetli olduğunu gösterdiği belirtilir. Hz. Ali(r.a), Hz.Ebû Bekir(r.a)’in Hz.Ömer(r.a)’i halife olarak bırakmasına karşı çıkmamış, ona ilk gün biat edenler arasında yer almış, onu desteklemiş ve onun yardımcısı olmuştur. Hz. Ömer(r.a) de, “Ali(r.a) olmasaydı Ömer(r.a) helâk olurdu” diyerek bir gerçeği ifade etmiştir.
Hz. Ömer(r.a) sert mizaçlıydı. Onun bu özelliğini Resûl-i Ekrem(s.a.v), “Ümmetimin içinde ümmetime en merhametli Hz.Ebû Bekir(r.a), Allah’ın emri konusunda en şiddetlisi Hz.Ömer(r.a)’dir” sözüyle dile getirmiştir. (Abdülhay el-Kettânî, II, 295)
Hz. Ömer(r.a) kadınlara karşı da çok sertti. Ancak rabbinden korkması ve âhirette yaptıklarından hesap vereceğine dair olan kesin inancı şahsî özellikleri arasında mesuliyet duygusunu ön plana çıkarmış, mesuliyet duygusu onu sert ve haşin davranışlardan uzak tutmuştur. Ayrıca Hz. Ebû Bekir(r.a) döneminde Medine’deki kazâ işlerinin başında bulunarak tecrübe kazanmış, adalet sahasında gerçekleştirdiği icraatıyla insanlık tarihine geçmiştir.
Onun hakkında Hz. Âişe(r.anha)’nin, “Hz.Ömer(r.a) anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah(c.c) anılmış olur, Allah(c.c) anılınca da rahmet iner” dediği nakledilir.
Halifeliği süresince beytülmâlden ihtiyacı dışında hiçbir şey almamaya dikkat etmiş, sıradan bir Kureyşli gibi yaşamış ve Hz. Ali(r.a)’nin bu konudaki tavsiyelerine uymuştur. (Ebû Yûsuf, I, 125-126).
Kaynaklarda zâhidâne bir hayat sürdüğü uzun uzun anlatılmaktadır. Hz. Ömer(r.a) kul hakkına riayet hususunda çok hassas davranmıştır. Onun bu hassasiyeti kendisinden sonra iş başına gelecek halifeye zimmîlerin hukukuna riayet edilmesi ve onlara verilen taahhütlere uyulmasına dair vasiyetinde görülür. Savaşlarda müslümanların zarara uğramaması için gerekli tedbirleri alır, valilere de bu doğrultuda emirler verirdi. Onun savaşları Medine’den takip ettiği ve gelişmelere odaklanmış olduğu görülmektedir. Medine’de hutbe okurken İran cephesinde savaşmakta olan kumandanı Sâriye(r.a)’ye, “Ey Sâriye! Dağa çekil, dağa!” diye hitap ettiği ve kumandanının bunu duyarak emri yerine getirip ordusunu kurtardığı rivayet edilir. (Taberî, I, 2700-2703)
Resûlullah(s.a.v) onun hakkında: “Sizden önceki toplumlarda Allah’ın kalplerine ilham verdiği kimseler vardı. Eğer benim ümmetimde de böyle kimseler varsa -ki şüphesiz vardır- muhakkak Ömer de onlardandır” demiştir. (Buhârî, “Feżâilü aśĥâbi’n-nebî”, 6).
Hz. Ömer(r.a) toplumu ilgilendiren bir konu ortaya çıkınca halkı Mescid-i Nebevî’ye çağırır, iki rek‘at namaz kılındıktan sonra minbere çıkıp konuyu halka açardı. (Taberî, I, 2574).
Halkın soru sormasına ve haklarını aramasına imkân tanır, kendisinin eleştirilmesini isterdi. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker esasına bağlı kalarak halifelik vazifesini yerine getirmekte çok büyük hassasiyet gösteren Hz. Ömer(r.a) bütün emir ve yasakları önce kendi şahsında uygular, halka verdiği emirleri aile mensuplarına da söyleyerek bunlara riayet edilmesini isterdi. Hz. Ömer(r.a) namaz kıldırmak, hutbe okumak, fey ve zekâtları toplamak, mâbedlerin yapımı ve bakımıyla meşgul olmak, ramazan ayının başını ve sonunu ilân etmek, hac farîzasının yerine getirilmesi için tedbir almak ve haccın idaresini üstlenmek gibi görevleri de yerine getirirdi. Abdurrahman b. Avf(r.a)’ı emîr-i hac tayin ettiği hilâfetinin ilk yılı hariç hac farîzasını bizzat kendisi idare etmiş, son haccında Resûl-i Ekrem(s.a.v)’in hanımlarını da beraberinde götürmüş, halifeliği döneminde ayrıca üç defa umre yapmıştır. (İbn Sa‘d, III, 177, 279, 283-284)
Hz. Ömer(r.a), divan defterlerini yanına alarak Medine çevresindeki insanların atıyyelerini evlerine gidip bizzat kendisi dağıtırdı. Gündüzleri çarşı pazarda, geceleri de Medine sokaklarında dolaşıp asayişi kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini gördüğünde kendisi beytülmâlden yiyecek taşırdı. Her cumartesi günü Medine’nin dışında Âliye yöresine gider, güç yetiremeyecekleri işlerde çalıştırılan kölelerin yükünün hafifletilmesini sağlardı. Aynı şekilde hayvanlara fazla yük yükletilmesine müdahale ederdi. (Abdülhay el-Kettânî, I, 428-429)
Valilerine yazdığı mektup ve emirnâmelerden birer nüshanın saklanmasını istediğinden Dîvânü’l-inşâ’nın kurucusu kabul edilmiştir. H.18 –M.639 yılındaki kıtlıkta ihtiyaç sahipleri Zeyd b. Sâbit(r.a) tarafından belirlenmiş ve beytülmâlde bulunan bütün hububat ve yiyecekler kendilerine dağıtılmıştır. Kendisi de her gün yirmi deve kestirerek ihtiyaç sahiplerine dağıtmış, kıtlık yılında ihtiyaç dolayısıyla hırsızlık yapmak zorunda kalanlara ceza uygulamamıştır.
Züheyr, Nâbiga ve Abde gibi tanınmış şairlerin şiirlerini gençliğinden beri dikkatle dinlediği rivayet edilen Hz. Ömer(r.a)’in bunları okuduğu, birçoğunu ezberlediği, halifeliği döneminde kabilelere ait divanların derlenmesini istediği bilinmektedir. Onun bu şiirlerden bestelenmiş şarkıları dinlemeyi sevdiği ve, “Şarkı yolcunun azığı cümlesindendir” dediği nakledilmektedir. (Abdülhay el-Kettânî, II, 202, 204).
Babasından ensâb bilgisini öğrenen Hz. Ömer(r.a) güzel yazı yazar ve güzel konuşurdu. Onun Hz. Ebû Bekir(r.a) ile birlikte Kureyş’in en fasih konuşanları arasında yer aldığı, Kur’an’ın kıraat ve imlâsına itina gösterilmesini, Arap dilinin iyi öğrenilmesini ve doğru konuşulmasını istediği kaydedilmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in mushaf haline getirilmesi hususunda Hz. Ebû Bekir(r.a)’i ikna eden Hz. Ömer(r.a), bütün İslâm beldelerinde valilere cami ve mekteplerde eğitim ve öğretime Kur’an’la başlanmasını emretmiş, bu maksatla çeşitli vilâyetlere Medine’den bazı sahâbîleri göndermiş, onlara maaş bağlamıştır. Kur’an’ın inanç esaslarına ait âyetlerinin doğru anlaşılması için çaba göstermiş, müteşâbih âyetlerle ilgilenenleri bundan menetmiş, kazâ ve kader konusundaki yanlış yorumları engellemiştir.