Hazreti Zülkarneyn Allahü Teala'nın kendisine verdiği ilim ve hikmetle muhtelif kavimleri irşadla vazifelendirildi. Allahü Teala yer yüzünde kendisi için bir hayli kuvvet ve kudret tahsis etti. Ona her şeyden önce yüksek gayesine eriştirecek maddi ve manevi vasıtalar ihsan etti.
Hazreti Zülkarneyn Allahü Teala'nın kendisine verdiği bu büyük vasıtalarla ilk önce garba doğru bir yol takip etti. Ta gün batısına, batının iskan olunan mıntıkasına vardı. Oraya vardığı zaman güneşi balçıklı bir su havzası içine batıyor gibi gördü. Ve orada bir kavim buldu. Hazreti Allah kendisine:
— Ey Zülkarneyn! Bu kavmin haline göre ya onları azablandırırsın, yahut haklarında afv ve ihsan ile güzel bir yol seçersin! buyurdu!
Hazreti Zülkarneyn de:
— Her kim zulümde bulunursa, muhakkak onu azablandırılır. Sonra o zalim, Rabbine iade olunur. Bir de Allah onu görülmedik, bilinmedik bir azab ile azablandırır. Amma her hangi bir kişi de iman edip iyi iş işlerse, ona da en güzel mükafat vardır. Ve ona emirlerimizden en kolayını söyleriz, dedi.
Hazreti Zülkarneyn Mağrib'de bu şekilde hükümran olduktan sonra kendisini Şarka ulaştıran bir yola düştü. Ta gün doğuya, doğunun meskun bulunan yerine kadar gitti, oraya varınca o, güneşi bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, Allahü Teala onlara güneşin karşısında onun tesirinden koruyacak elbise ve bina gibi bir siper ihsan etmemiş, bir çit yapmalarını bile müyesser kılmamıştı.
İşte Hazreti Zülkarneyn'in Şark'taki hükümranlık menkıbesi de Garb'teki gibidir. Onun yanında asker, harp aletleri ve saltanat gerekleri olarak daha neler vardı ki, onun tamamını Allahü Teala'nın ilmi kaplıyordu.
Sonra Hazreti Zülkarneyn Mağrib'le Meşrık arasında güneyden kuzeye doğru üçüncü bir yol takip etti. Nihayet Türk ilini şark tarafından sınırlayan iki dağ arasına vardı. Buraya vardığı zaman bu dağların birisinde Türk ırkından bir kavim buldu ki, onlar da kendi dillerinden başka söylenilen bir- sözü zor anlıyorlardı. Bu kavim tercümanları vasıtasiyle:
— Ey Zülkarneyn! Ye'cuc ve Me'cuc denilen iki kavim diyarımızda hayvanlarımızı çalmak, mahsullerimizi tahrip etmek suretiyle fesatlık yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir sed yapmak üzere sana ücret versek olur mu? dediler.
Hazreti Zülkarneyn:
— Rabbimin beni sahip kıldığı mal ve iktidar çok hayırlıdır, ücrete ihtiyacım yoktur. Binaenaleyh siz bana icabeden kuvvetle yani inşa malzemeleriyle yardım ediniz! Ben de ey Türkler, sizinle onların arasına sağlam bir sed yapayım. Haydi bana büyük demir parçaları getiriniz! dedi.
Onlar da getirdiler ve yapı işi başladı, İki dağın iki tarafı birle-şinceye kadar Hazreti Zülkarneyn demirleri kullanmış ve halka:
— Haydi körükleyin! diye kumanda etmiştir. Körüklenen şeyi ateş haline getirince:
— Bana erimiş bakır getiriniz de icab eden yerlerine dökeyim, demiştir.
Seddin inşası tamam olunca:
— Artık şimdi onu ne aşmaya muktedir olurlar, ne de delmeye güçleri yetişir! diye teminat vermiştir. Hazreti Zülkarneyn sonra:
— İşte bu sağlam sed Rabbim tarafından kullarına ihsan buyrulan bir rahmettir. Fakat her zaman Rabbimin emri gelirse, onu yerle yeksan eder. Rabbimin va'di ise haktır, demiştir.
Hazreti Zülkarneyn'i bazı tarihçi ve tefsirciler Yunanh iskender ile karıştırma gibi bir yanlışın içine düşmüşlerdir. Kur'an-ı Kerim'in yukarıdan beri gördüğümüz tebligatına göre, bizim bahsimizin mevzuu olan Hazreti Zülkarneyn dünyanın hem garbına hem şarkına hükmeden salih bir cihangirdir. Yunanlı iskender ile alakası yoktur.
Dikkati çeken diğer bir husus da, Zülkarneyn'in inşa ettiği seddin hangi sed olduğu hususuna dair muhtelif rivayetlerin bulunmasıdır. Bu sed nerdedir, bugün mevcut mudur? Tarihi sedler müteaddit olduğu için Kur'an-ı Kerim'de adı geçen seddin bunlarla karıştırıldığı anlaşılmaktadır. Bunlardan en meşhurları Çin seddiyle Yemen'deki Me'rib Seddidir ki, hiç şüphesiz bunlar Zülkarneyn seddi değildir. Zira bunun Kur'an'ın haber verdiği müstesna inşa tarziyle Çin seddinin mimari ve adi tarzı arasında büyük bir fark vardır. Ve Çinliler tarafından yapılmıştır. Me'rib Şeddi de değildir. Çünkü onun inşa tarzı da tarihi haberlere ve incelenen baki eserlerine göre, biribirinden farklıdır. Yine ayrıca Ermenistan ile Azarbeycan'ın iki dağı arasındaki Demir Kapı ve Buhara'nın ortasındaki Kokya Dağı bitişiğinde olduğu kaydedilen seddin de Zülkarneyn seddi ile alakası yoktur.
Hülasa olarak bu sed, çok eski bir tarihin karanlıkları arasına gömülmüştür. Bugün onun mevcudiyetine kılavuzluk edebilecek hiç bir eser de yoktur. Kur'an'dan öğrendiğimiz; bu sed tarihi hayatını yaşayıp harabesine Allah'ın emir ve iradesi taalluk edince yerle bir olacağıdır. Kim bilir tarihi araştırmaların erişemediği her hangi bir devirde arz nasıl bir değişikliğe uğramıştır. Ancak kat'i olan bu seddin kuzeyde inşa edildiğidir.
Bu hadisede adı geçen Ye'cuc ve Me'cuc de, bütün tarihçilerin ittifakla bildirdiklerine göre Nuh aleyhisselamın oğlu Yafes zürriyetinden iki kabiledir. Tevrat'da bu şekilde bildirildiği gibi, islam alimleri de buna kaanidir. Yer yüzünü kana boyayıp fesada veren Ye'cuc ve Me'cuc'un yalnız iki kabile değil müteaddit kabilelerden müteşekkil bir çapulcu halitasından ibaret olduğu da yine Kur'an-ı Kerim'in beyanlarından anlaşılmaktadır.
Bu iki fesadçı kavmin kimler olduğuna dair rivayet ve görüşler de değişiktir. Hazreti Zülkarneyn'e sed yapması için teklifte bulunan Türklerin ifadelerinden anlaşılan bu kavmin Moğollar olmasıdır. Avrupalılara göre de, Batı Roma imparatorluğunu istila eden Hunlar'dır ki, bu görüş frenklerin böyle demelerine dayanmaktadır. Hindistan'ın en mümtaz alimlerinden Mehmed Enver Koşmiri ise Rusların Ye'cuc, İngilizler ile Almanların da Me'cuci zürriyetinden olduklarını, binaenaleyh Ye'cuc ve Me'cuc'un mükerrer olarak vaki olduğu, Kur'an'da zikredilen hurucun ahır zamanda meydana geleceğini ve bunun en şiddetlisi olacağını kaydetmektedir. Bütün bunlardan görülen o ki, Ye'cuc ve Me'cuc belası bütün bir insanlığa şamil olan bir afettir.
(Kehf ve Enbiya Sureleri)