MERYEM SURESİ
1
Kâf, Hâ, Yâ, Ayrı, Sâd. Bu, sûrenin ismidir. Mahzuf bir mübtedanın haberidir. Takdiri şöyledir: Bu sûre, Kâf, ilâ. Yâ, Ayrı, Sâd süresidir. Dendi ki, bu, Allah'ın kendisiyle yemin ettiği bir çeşit kasemdir. Yahut da, Allah'ın isimlerinden bir isimdir, veya her biri, Allah'ın yüce sıfatlarından birine işaret eden harflerden meydana gelen bir terkibedir. Kâf; Kerim, Hâ; Hidayete erdirici. Ayn; Alîm. Sâd; Sâdık sıfatına delâlet etmektedir.
2
Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya olan rahmetini anmadır. Ey Rasülüm Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)! Bu, Rabbinin, kulu ve elçisi Zekeriyya ya olan rahmetini anmadır ki, Biz onu sana hikâye ediyoruz. O, İshak oğlu Yakub neslinden Mûsa'nın kardeşi Harun'un oğullarından Zekeriyya'dır.
3
O, Rab bine gizli bir sesle yalvarmıştı. Zekeri yya (aleyhisselâm) duasında güzel edebe riayet etmişti. Her ne kadar duâ gizli de yapılsa Allah'a göre aşikâr yapılmış gibidir, fakat böyle yapılması ihlâsa daha uygun, riyadan daha uzak, insanların onu çocuk istemesinden dolayı kınamasından kurtulmasına daha münasiptir. Çünkü çocuğu, yaşı ilerlemiş bir dönemde istemişti. O vakit yaşı doksan dokuz idi.
4
Demişti ki: 'Rabbim! Gerçekten kemiklerim gevşedi, saçlarım ağardı. Gevşemek, kemiklere nisbet edildi. Zira kemikler beden binasının direği mesabesindedir: Seit olmasına ve işten az etkilenmesine rağmen kemiğe gevşeklik isabet ederse, vücudun diğer kısımlarına da elbette isabet eder.
Baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu. Beyazlık bütün saçları kapladığı için mübalâğa tarzında, beyazlık ateşin alevine benzetildi. Yani, başımda siyah namına bir şey kalmadı. Başım, ihtiyarlığın bembeyaz aleviyle tutuştu.
Rabbim! Sana yalvarmakla hiç bedbaht olmadım. Bu uzun hayatım boyunca hiçbir zaman sana ettiğim duada eli boş kalmadım. Aksine her istediğimi verdin. Bu isteme tarzı, her duada daha önceki ikramları öne sürerek, onları vasıta yaparak isteme şeklidir. Madem ki Cenab-ı Hak, uzun müddet kulunu almaya alıştırdı. Öyle ise onu ebediyyen mahrum etmeyecektir. Özellikle de şiddetli fakirlik ve zorluk anlarında...
Anlatıldı ki; fakirin biri bir adama şöyle dedi: ”Ben filan zamanda ihsanda bulunduğun kişiyim." O da: ”Bize, bizimle müracaat eden kişi merhaba!" dedi ve ihtiyacını giderdi. Muhtaç adam ona sanki şöyle diyordu: ”Ben ruhen ve bedenen güçlü iken beni geri çevirmedin. Beni almaya alıştırdıktan ve iyice faki deştikten sonra geri çevirirsen gönlüm büsbütün kırılır, mahvolurum."
5
Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarım için korkuyorum. Ölümümden sonra yerime geçecek birisi lâzım. Zekeriyya (aleyhisselâm)'nın korkusunun sebebi: gücünün kaybolması ve yaşının derlemesiydi. Yakınları; amca çocuklarıydı, bunlar İsrailoğulkırının en berbat kimseleriydi. Zekeriyya (aleyhisselâm), ölümünden sonra bunların, ümmetinin idaresinde kendisini iyi temsil edemeyeceklerinden ve onların dinlerini tahrif etmelerinden korkuyordu.
Karım da kısırdır. Karısı. Fâkûz kızı îşâ idi. O da Fâkuz kızı Hanne'nin kız kardeşidir.
Taberî dedi ki: ”Hanne, Meryem’in annesidir." Buna göre, Yahya (aleyhisselâm) İsa (aleyhisselâm)'nın teyze çocuğudur. Nitekim İsrâ hadisinde Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ”Teyze çocukları Isa ve Yahya ile karşılaştım."
Zekeriyya'nın karısı, gençliğinden itibaren hiç doğurmamıştır. Çocuğu olmayan erkek ve kadına kısır denir. Zekeriya'nın hanımı o sırada doksan sekiz yaşındaydı.
Rabbim! Bana katından bir oğul bağışla ki,
6
bana ve Yakuboğullarına mirasçı olsun. Normal sebepler yoluyla değil de sırf lütf-u kereminden, yüce kudretinden olmak üzere bana bir oğul ver ki, ilim, din ve peygamberlik yönünden benim mirasçım olsun. Peygamberler geriye mal bırakmazlar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu şöyle belirtiyor: ”Biz peygamberler, mal bırakmayız. Geriye bıraktıklarımız ise sadakadır."
Zekeri ya (aleyhisselâm) oğlunun, İbrahim oğlu İshak oğlu Yakub soyundan krallığa varis olmasını istiyordu. O sırada Zekeriyya âlimlerin de reisiydi. Oğlunun, kendi ilmine ve Mâsân oğullarının saltanatına varis olmasını istiyordu.
Rabbimî Onu beğendiğin bir insan yap', söz ve hareket yönünden katında itibarlı yap. Araya ”Rabbim" sözünün ilave edilmesi, yalvarışda duanın kabul edilmesi için ısrar ve mübalâğa kastıyladır. Denildi ki: ”Kul, duasının kabul olmasını isterse, Allah'ın uygun isim ve sıfatlarıyla duâ etsin."
Bil ki: Zekeriyya (aleyhisselâm) da olduğu gibi Allah, tamamını veya bir kısmım kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez.
Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyruldu: ”Kendine duâ kapısı açılan kimseye rahmet kapısı da açılmış demektir." Zira duâ, zillet ve ihtiyaç ifadesidir. Allahu teâlâ'ya, ihtiyaç arzetmekten daha sevimli bir şey yoktur.
Ebû Yezid Bestâmî şöyle dedi: ”Otuz sene sıkı sıkıya Allah'a ibadet ettim. Gördüm ki birisi bana şöyle diyor: ”Ey Ebû Yezid! Allah'ın hazineleri ibadetle dolu, eğer O'na ulaşmak istersen zillet ve yoksulluk üzere hareket et."
Marifet ehlinden birisi şöyle dedi: ”Duâ ne güzel silâhtır. Vefa ne güzel binektir. Ağlamak ne güzel şefaatçidir. Duâ, ya din veya dünya için olur. Din için olan duâ, kamil insanların göz diktiği umut mahallidir. Bilmez misin ki, Zekeriyya (aleyhisselâm) Allah'tan, zürriyetinden ilme mirasçı olacak kimse istedi: İlme varis olmak mala varis olmaktan daha hayırlıdır. Çünkü kâinatın nizamı ilim, amel, salah, takva, adalet ve insafla kaimdir."
7
(Allah) meleğin diliyle Zekeriyya'ya şöyle seslendi:
'Ey Zekeriyya! Sana Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz Nitekim Al-i İmrân sûresinde de şöyle buyurmuştu: ”Mabette namaz kılarken melekler ona: Allah sana Yahya'yı müjdeliyor diye seslendiler. ” (Âl-i İmrân: 39) Müjde: haber verilen kimsede sevinç uyandıran haber demektir.
Bu adı daha önce kimseye vermemiştik' (buyurdu.) Daha önce bu ismi kimseye vermemekle Yahya'ya hiç adaş yapmamıştık. Araplar isimlerin meşhur ve dikkat çekici olmasına özen gösterirlerdi.
8
Zekeriyya (aleyhisselâm) yalvarma ve niyazda mübalağa olmak üzere bizzat Cenab-ı Hakka nida ederek
dedi ki: 'Rabbim!. Ya Rabbi!
Karını kısır, ben de son derece kocamışken Benim nereden ve
nasıl oğlum olabilir? Karım gençliğinde bile çocuk doğurmam işken şimdi ihtiyarlığında mı çocuk doğuracak? Üstelik ben de kurumuş dal gibi son derece kocamışken mi çocuğum olacak?
Zekeriyya (aleyhisselâm), Allahın kâmil kudretini itiraf etmekle beraber, yaşı geçmiş bir erkekle, kısır bir kocakarıdan çocuk olmasını tuhaf karşılamıştı. Zekeriyya (aleyhisselâm) çocuk istediği halde ”Benim, nasıl oğlum olabilir" diyerek neden hayrete düşer? Denilirse, biz de deriz ki; onun hayreti, Allah'ın onları gençlestirip sonra da kendilerine çocuk ihsan etmesinden veya yaşlı halde bırakıp yaşlılığa rağmen, onlardan çocuk meydana getirmesinden dolayı idi. Şu âyet-i kerime de buna delâlet etmektedir: ”Zekeriyya: 'Rabbim! Beni tek basıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın' demişti. Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik..." (Enbiya: 89-90) yani ona doğurma gücü vermiştik.
Denildi ki; Zekeriyya'nın merak ettiği şuydu: Bu çocuk hangi kadından olacak? Şu kısır hanımdan mı, yoksa evleneceğim başka bir hanımdan mı?
9
Müjdeyi veren melek dedi ki:
'Öyledir', dediğin gibi çocuğun olacak. Zira
Rabbin buyurdu: 'O bana kolaydır. Sana erkeklik gücünü tekrar verir. Hanımını da çocuk doğunnaya uygun hale getiririm. Bu cümle, belirtilen va'de ve bu vadin, gerçekleşeceğine işaret ediyor. Sanki şöyle deniyor: Vadettiğim bu harikulade iş, normal şartlara göre mümkün değilse de sırf Bana has olmak üzere mümkündür, kolaydır.
Nitekim sen hiçbir şey değilken daha önce seni de yaratmıştım' dedi. Zira Yahya'dan önce seni de yaratmıştım. Sen o zaman hiçbir şey değildin, ortada yoktun. Yahya'nın iki insandan yaratılması, senin tek olarak yaratılmandan daha kolaydır.
10
Zekeriyya: 'Rabbim! Öyle ise hamileliğin gerçekleştiğine dair
bana bir alâmet ver' ki bu büyük nimet meydana gelince ona şükürle mukabele edeyim,
dedi.
Allah: 'Senin alâmetin sağlam ve sıhhatte olduğun halde (üç gün) üç gece insanlarla konuşamamadır.' Zikir ve tesbihe gücün olmakla beraber insanlara beşer sözüyle hitab edememelidir.
buyurdu. Âyette, insanlarla konuşamama belirtildiğine göre, tesbih ve zikre bir mani yoktur. Âl-i İmrân sûresinde de belirtildiği gibi. Zekeri ya (aleyhisselâm)'da sağırlık ve dilsizlik gibi herhangi bir organ kusuru olmaksızın bu hal meydana gelecek ve üç gün üç gece devam edecektir.
11
Zekeriyya bunun üzerine mabetten çıkıp milletine: 'Sabah akşam Allah'ı tesbih edin' diye işarette bulundu. Âl-i İmrân: Âyet: 41 'de de belirtildiği gibi konuşması sadece reniz şeklinde idi. Zekeriyya, hanımının hamile kalışının sabahında, namazgah veya odadan kavminin karşısına çıktı. Zaten kapının kendilerine açılmasını ve içeriye girip namaz kılmayı bekliyorlardı. Zekeriyya, rengi değişmiş ve suskun vaziyette çıkınca vaziyetini beğenmediler ve: Sana ne oldu ey Zekeriyya? dediler.
Burada ”tesbih"ûen maksat namaz kılmaktır. ”Bükre", güneşin doğmasından kuşluk vaktine kadar, ”aşiy" ise zevalden güneşin batımına kadarki vakit demektir. Ebul-Âliye'ye göre bu iki vakitten maksat sabah ile ikindi namazıdır, veya mâna şudur: Rabbinizi günün iki ucunda tenzih edip ”Subhanellah" deyin. Belki de Zekeriyya şükür olarak tesbih etmekle ve kavmine bunu emretmekle memurdu. Nitekim Ebussuud Tefsîri'nde de böyle söylenmektedir.
12
'Ey Yahya kitaba sıkıca sarıl' (dedik), yani Zekeriyya'ya Yahya'yı ihsan ettik sonra da, ey Yahya Tevrat'a ciddi olarak sarıl dedik. Biz sana onu verdik, ayrıca onu ezberleyip, gereğince amel etme gücünü de verdik.
Biz daha çocukken ona hikmet... İbn Abbas'a göre âyetteki ”hüküm" kelimesi peygamberlik manasınadır. Allah onun peygamber olmasını istedi. Peygamberliğin ”hüküm" diye isimlendirilmesi: Allah'ın daha çocukken Yahya'nın aklını sağlam yapması ve ona vahy etmesinden dolayıdır.
Denildi ki, hükümden maksat hikmet, Tevrat'ı anlama ve dinde fakih olmaktır. Hüküm engel olmak demektir. Zalimi zulümden alıkoyduğu için hakime, engel olucu manasına hâkim denmiştir. Hikmet de insanı adilikten alıkoyan şey demektir.
Rivayete göre çocuklar Yahya'yı oyuna çağırdıklarında ”oyun için yaratılmadık" demişti.
13
Katımızdan kalb yumuşaklığı ve safiyet verdik. Tarafımızdan ona büyük bir rahmet verdik veya ona, babasına ve başkalarına karşı kalbinde bir acıma hissi verdik. Ayrıca günah ladan pak olmayı nasib ettik. Allah onda hem asaleti hem de vazifelerde kusur etmekten uzak olma sıfatlarını bir araya getirdi.
O, Allah'tan sakınan
14
ve anasına babasına karşı iyi davranan bir kimse idi.' İtaatli ve günahlardan uzak idi. Hata yapmadığı gibi hata işlemeyi de aklından geçirmedi. Anasına babasına karşı iyi davranırdı.
Baş kaldıran bir zorba değildi. Onlara ve Rabbi ne karşı âsi ve kibirli değildi.
Denildi ki: Cebbar: öfkeyle vurup öldüren, sonucu düşünmeyen kimse demektir. Ayrıca: Allah'ın emrine boyun eğmeyen kibirli manasına geldiği de söylendi.
15
Doğduğu günde, öleceği günde ve diri olarak kabirden kaldırılacağı günde ona selâm olsun. Allah katından Yahya'ya güven ve selâmet olsun. Sözün aslı şudur: Bu hallerde Biz ona selâm verdik. Zira bunlar en sıkıntılı anlardır. Fakat cümle fiil cümlesinden isim cümlesine çevrildi ki; selâmın sabit ve sağlamlığına delâlet etsin. Çünkü isim cümlesi sebat ifade eder.
Doğduğu günde, Yahya ana rahminden ayrılırken diğer Âdemoğullarına dokunduğu gibi şeytanın kendisine dokunmasından selâmette olsun. Öldüğü günde tabii ölümün korkusundan ve ölümden sonraki kabir azabından emin olsun. Dirileceği günde de kıyamet ve cehennem azabından selâmette olsun.
16
Ey Rasülüm Muhammed!
Kitap'ta Kur'ân'da veya bu yüce sûrede, İm ran kizı
Meryem’i de an yani haberini ve kıssasını da hatırla. Hatırlamak şahıslarla değil, haber ve kıssalarla ilgilidir. Meryem, ibadet eden kadın demektir. Meryem’in ismen zikredilmesinin hikmeti şudur: Padişah ve ileri gelen kişiler, hür olan kadınlarının ismini ulu orta söyleyip ayağa düşülmezler, bilakis kinaye yoluyla ”eş, hane halkı" şeklinde ifade ederlerdi. Fakat ne zamanki Hristiyanlar. Meryem ve İsa hakkında ileri geri konuşmaya başlayınca Cenab-ı Hak Meryem ismini, onun ayrılmaz vasfı olan kulluk yönünü tekid için ve Arapların, cariyeler için kullandıkları tarza uyarak açıkça zikretti.
Bilindiği gibi Hazret-i İsa'nın babası da yoktur. Böyle inanmak gerekir. İsa'nın, anasına nisbet edilerek söylenip durması sebebiyle, kalblerde onun babası olmadığına ve tertemiz Meryem’in de lanet olası Yahudilerin söyledikleri iftiradan uzak bulunduğuna dair bir inanç hasıl olur.
Bir zaman o, ailesinden ayrılarak doğu yönünde bir yere çekilmişti. Kavminden ayrılıp doğu tarafına çekilmişti.
Hasan Basri diyor ki: Bundan dolayı Hristiyanlar doğu tarafını kıble edindiler. Yahudiler de batı yönünü kıble edinmişlerdi. Çünkü Mûsa'nın Cenab-ı Hak'la buluşma yeri ve Tevrat'ın verildiği mahal, dağın batı tarafıydı. Nitekim Cenab-ı Hak da öyle buyuruyor: ”Ey Rasülüm Muhammed! Mûsa'ya hükmümüzü bildirdiğimiz zaman sen batı yönünde değildin." (Kasas: 44)
Âyetin manası: Kavminden uzaklaşıp, ayrı ve tek başına kalınca doğu tarafında bir yere geldi. Bulunduğu yer mescitti Ay başı olduğu zaman teyzesinin evine gider, temizlenince de mescide gelirdi.
17
Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Bir gün yıkanma ihtiyacı duydu. Mevsim kıştı. Gizlenmek için evlerinin en dip tarafında insanlarla kendi arasına bir perde çekti. O temizlenip, elbisesini giymiş olarak abdest mahallinde bulunurken Cebrail parlak bir delikanlı suretinde kendisine geldi.
Biz ona Cebrail’i göndermiştik de. Âyette Cebrail ”ruh" olarak zikrediliyor. Çünkü o ruhanî bir varlıktır. Lâtif olduğu için ona ruh denmiştir. Beden ancak ruhla yaşar. Cebrail, Ruhu'l-Emin'dir yani emin ruhtur.
Ona tam bir insan olarak görünmüştü. Meryem'e, yaratılışı tam, düzgün bir insan şeklinde göründü. Bundan maksat: Meryem’in onun sözüne ilgi duyması, Allah'ın kelimelerinden kendisine aktaracağı şeyleri kabul emmesidir. Şayet Cebrail, melek şeklinde gelseydi ondan ürker, sözünü dinleyemezdi.
18
Meryem: 'Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen senden Rahman'a sığınırım' dedi. Bu sözü, uğradığı sıkıntıdan korunabileceği özel iltifatı celbetmek ve Allah'a sığınmadaki mübalâğasını ifade için söylemişti.
Zemahşerî Keşşafta şöyle dedi: ”Bu güzel suretten Allah'a sığınması Meryem’in iffet ve tak vah bir kadın olduğuna delâlet etmektedir."
"Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen" dedi. Çünkü muttaki olan ders alır. Allaha karşı gelmekten çekinir. Fasık kimse otorite ile korkutulur, münafık ise insanlarla sakındırılır. Foyasının meydana çıkmasından korkar, et-Te'vilatü'n-Necmiyye isimli eserde böyle söylenmektedir. Meryem demek istiyor ki: Rahmanı tanırsan, dindar ve muttaki isen Allah'a sığınman sebebiyle bana yaklaşma. Şayet Rahmanı tanımaz bir günahkârsan senden Hakka sığınırım.
19
Bunun üzerine
Cebrail şöyle cevap verdi:
'Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Ben, tahmin ettiğin kötülüklerin sadır olacağı bir kimse değilim. Ben ancak sığındığın Rabbinin elçisiyim.
Sana temiz bir oğlan bağışlamak için geldim' dedi. Gömlekten üflemek suretiyle, günahlardan pak, beşerî benliğin karanlık kirinden arınmış teiniz bir oğlanın bağışlanmasına sebep olmak için geldim.
20
Meryem: 'Bana bir insan dokunmamışken, ben kötü kadın da olmadığım halde nasıl oğlum olabilir?' dedi. Bunu Allah'ın kudretini uzak görmekten değil, normal kanunlar açısından söyledi.
Bana nikâh yoluyla hiç bir insan yaklaşmadı. Dokunmak manasına olan ”mess", helâl cinsî temastan kinayedir. Zina fiili için bu ifade kullanılmaz, hubs, fücur, zina kelimeleri kullanılır.
Ben erkek isteyen bir fahişe değilim. Bununla cinsi ilişkiyi mutlak olarak reddetmek istiyor. Çocuk ancak helâl veya haram ilişkiden meydana gelir. Helâl'e gelince Meryem'e hiçbir insan yaklaşmadı. Haram'a gelince o zaten kötü kadın değil. Bu iki yol da ortadan kalkınca çocuk da ortadan kalkmaktadır.
21
Cebrail: 'Bu böyledir. Çünkü beni sana gönderen
Rabbin dedi ki: Sana asla bir insan dokunmadığı hakle oğlan bağışlanması, normal şartlarda mümkün olmasa da
'bu Bana kolaydır. Çünkü Ben sebep ve vasıtalara muhtaç değilim.
Onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız. Bu oğlanı kudretimizin tamlığına delil göstermeleri için bu tarzda bir delil yaptık. Ayrıca rehberliğinde yürüsünler, irşadıyla aydınlansınlar diye onu tarafımızdan onlar için büyük bir rahmet yaptık.
Hem bu, önceden kararlaştırılmış bir iştir." dedi. Onun babasız yaratılmasını ezeldeki ilmimle takdir ettim, olmasını kesin olarak kararlaştırdım. Aksi mümkün değildir, üzülmenin de bir faydası yoktur. Bu, Arapların şu sözünü ifade etmektedir: ”Kim Allah'ın kader sırrını bilirse, sıkıntılar ona kolay gelir." Hadi s-i Şerifte de şöyle buyruldu: ”Allah bir kulu severse onu imtihana tabi tutar."
Kula gerekli olan; nimet ihtiva ettiği için musibet karşısında hamdetmek, şayet nimeti kaybederse sabretmektir: Bu ikisi de kulluk yoludur. Şerhul-hikem'de şöyle denildi: Düşünürsen anlarsın ki, gerçek marifete ulaşmak musibetlerde saklıdır. Marifet ancak Hak teâlâ'nın sıfatlarının hakikatine ermekle mümkündür. Ta ki senden olan her şey O'nun sıfatlan içinde kay bol -sun, senin O'ndan başka itibarın kalmasın. O'nun zenginliği yanında başka zenginlik olmasın, O'nun kudreti yanında başka kudret kalmasın. Bu senin için ancak musibetin varlığıyla mümkün olur. Zira musibet, Rabliğin galebesini ifade eder. Bunu iyice anla. Allah bizi ve sizi, halin hakikatine ermeye, bütün hallerde sabır makamında bulunmaya muvaffak eylesin.
22
Meryem İsa'ya gebe kaldı. İbn Abbas dedi ki: ”Meryem Cebrail’in sözünden rahatladı ve ona yaklaştı. Cebrail. Meryem’in gömleğinin yakasından üfledi. Nefesi rahmine ulaştı. Üfleme neticesinde İsa'ya hamile kaldı."
Onunla uzak bir yere çekildi. İsa karnında olarak ev halkından çok uzak bir yere, yalnızlığa çekildi.
23
Doğum sancısı onu, doğum sırasında gizlenip tutunması için
bir hurma ağacının altına gitmeye mecbur etti. Zaten ona doğum yaptıracak bir ebe de yoktu.
'Keşke bundan önce öleydim de unutulup gitseydim' dedi.
Celâleyn tefsirine göre: ”Bundan önce" ifadesinden maksat, bu işden veya bu günden önce demektir. Cebrail ile arasında geçen müjdeyi bildiği hakle böyle söylemesi, Allah'ın hükmünü beğenmemesinden değil, beşerî yapının gereği olarak insanlardan utanması, ayrıca kendisi hakkında insanların ileri geri konuşup günaha girmelerinden çekinmesinden dolayıdır.
Hazret-i Ömer'den rivayet edilmiştir ki; O, yerden bir çöp almış ve: ”Keşke çöp olsaydım da dünyaya gelmeseydim" demiştir. Bilâl-i Habeşî de: ”Keşke anası Bilal’i doğurmamış olsaydı" dedi. Birisi de şöyle söyledi:
Bazan derim, ya Rab! Artır servetimi Bazan da, anne! Beni doğurmasaydın emi!
Meryem de: ”Hiç kimsenin hatırına gelmeyen değersiz bir varlık olsaydım" demişti.
24
Cebrail Meryem’in üzüntüsünü işitince
alt tarafından ona: ağacın altında dip taraftan; İsa'nın doğumundan ötürü
'sakın üzülme o, önemli bir kişi olacaktır diye seslendi. Seslenen Cebrail idi. Çünkü İsa. Meryem, onu kavmine getirinceye dek henüz konuşmamıştı.
Rabbin, alt tarafında bir su arkı var etti,' diye seslendi. Arkdan maksat küçük bir nehirdir. İbn Abbas şöyle dedi: Cebrail ayağı ile yere vurdu, tatlı bir su kaynağı belirdi. Küçük dere şeklinde akmaya başladı.
25
'Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine olgunlaşmış taze hurma dökülsün. Kendine doğru hurma dalını şiddetle salla ki; devşirilecek kıvama gelmiş hurmalar peş peşe üzerine dökülsün.
"Salla" emrinin hikmeti nedir? denirse. Buna şöyle cevap verilir: Meryem babasız çocuk olmasına şaşırmıştı. Allah ona bu işe sasıtmaması için bir âyet olmak üzere kuru hurma dalından taptaze hurma meydana geldiğini göstermişti.
26
Ye, iç gözün aydın olsun. Bu taze hurmadan ye, arkın suyundan iç. Bu olay Meryem’in kerameti. İsa'nın ise peygamberlik müjdesidir.
Hurmada bir çok faydalar vardır. Hazmı kolaydır. Tam bir gıdadır. Su ve hurma Arapların gıdasıydı. Bundan ötürü cesur ve yiğit idiler.
Rebî b. Haysem şöyle dedi: ”Lohusa kadınlar için taze hurmadan, hastalar içinse baldan daha yararlı bir şey yoktur."
Gözün aydın olsun. Seni üzen şeyleri bir tarafa at. Allah olağan üstü şeylerle senin suçsuzluğunu ispatladı. Arkın akması, kuru hurma ağacının yeşermesi, vaktinden önce meyve vermesi gibi olağanüstü şeyleri gördüklerinde insanlar, babasız çocuk meydana gelmesini garipsemezler.
Eğer insanlardan birini görürsen; 'Ben Rahma'na oruç adadım. Bugün hiçbir insanla konuşmayacağım' de.' Kim olursa olsun, birisini gördüğünde, çocuğun hakkında sora sorana ve o konuda seni ayıplayana de ki; ”Ben Rahmanin rızası için kendi kendime oruç veya susma sözü verdim."
İsrail oğullarından gayretli kişilerin orucu akşama dek yemekten ve konuşmaktan uzak durmak şeklindeydi: Bu türlü oruç ümmet-i Muhammed'den kaldırılmıştır. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sükût orucunu yasaklamıştır.
Meryem'e, adağını işaretle bildirmesi emredilmişti. Yani, bunu sözle değil işaretle söyle denilmişti. Bundan maksat; âdi insanlarla tartışmanın gereksizliği ve henüz beşikte olan İsa'nın sözüyle yetinmedir. Zira bu, Meryem’in suçsuzluğu konusunda ileri geri konuşanın ağzını kapayacak bir durumdur. Allah, Meryem’in suçsuzluğunu İsa vasıtasıyla ortaya çıkarmak istedi. O da, daha beşikte iken anasının günahsız olduğunu söyledi.
Buradan da anlaşılıyor ki: bayağı kimseler karşısında susmak icab eder. İnsanların en hakiri, karşısında muhatap bulamayan sefih kimsedir.
Zemahşerî'nin nüktelerinden birisi de şudur: Alçaklığı en çok engelleyen şey, ondan yüz çevinnektir. Onun yulannı ancak ona aldırmamak çözer. Alçağın öfkesini ancak yumuşak kişiler kırar. Tutuşmuş ateşi ancak su söndürür. Yani adi kişinin öfkesi, şiddetlenmiş ateş gibidir, nasıl ki ateşi ancak su söndürürse onu da ancak mülayimlik söndürür. ”Ateş, yiyecek bir şey bula mazsa kendi kendini yer."
27
Çocuğu alıp kavmine getirdi. Meryem, loh usa lığı bitip temizlenince, İsa ile birlikte kavmine döndü.
İbni Abbas şöyle dedi: ”Meryem onların yanından güneş doğarken çıktı. Öğle vakti çocukla birlikte yanlarına geldi."
Rivayet edildi ki: Zekeriyya (aleyhisselâm) Meryem’i kaybetti. Onu mescidde bulamadı. Çok üzüldü. Teyzesinin oğlu Yusuf'a, çıkıp aramasını söyledi. Yusuf onu, ağacın altında buluncaya dek aradı. Meryem salih insanlar olan hane halkına ve kavmine geldiğinde Zekeriyya da onlarla birlikte oturmuş, ağlayıp, üzülüyorlardı. Sonra onu azarlayarak
dediler ki: 'Ey Meryem! Tuhaf, acayip, tamamen yanlış
bir iş yaptın. Âyette geçen ”Feriy" kelimesi, yalan, iftira demektir.
28
Ey Harun'un kız kardeşi! Harun'la, peygamber olan Harun'u kasdettiler. Zira Meryem, Harun'un kardeşi mesabesindeki kişilerin neslindendi. Ayrıca denildi ki; Harun, babası cihetinden Meryemin kardeşiydi. Babası salih bir zattı. Yine denildi ki; Hânın Mûsa'nın kardeşidir. Meryem’in ona nisbeti onun soyundan gelmesinden dolayıdır. Nasıl ki: Ey Arabin kardeşi! denildiğinde, ey onlardan biri! denmiş oluyorsa, ey Harun'un kardeşi! dendiğinde de aynı şey kastedilmiş oluyor.
Baban İmrân da
kötü bir kimse değildi. Annen de Fakıız kızı Hanne
iffetsiz, fahişe
değildi.' Bu babasız çocuğu nereden buldun?
Bu ifade: ”tuhaf bir iş yaptın" sözünün açıklaması ve salih kimselerin çocuklarının fenalık yapmasının başkalarına göre daha kötü olduğuna dikkat çekilmesidir.
29
Meryem kendilerine cevap vermesi için onlara
çocuğu gösterdi. Onlar da Meryem’in bu tavrını garipseyerek:
'Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz?' Biz daha önce akıllı bir kimsenin kucaktaki çocukla konuştuğunu gömıedik. Çünkü onun, sözü anlayıp cevap venue gücü yoktur
dediler.
30
Çocuk: 'Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. İsa fasih bir dille ilk söz olarak Allah'ın kulu olduğunu belirtti. Bununla kendisinin ilâh olduğunu söyleyen Hristiyanlara cevap vermiş ve annesine yapılan suçlamayı ortadan kaldırmış oluyordu. Çünkü Allahu teâlâ fahişe bir kadına İsa gibi bir çocuk, nasip etmez.
Bana kitap İncil
verdi ve beni peygamber yaptı. Bununla beraber
31
nerede olursam olayım beni mübarek çok faydalı, hayrı öğreten bir kişi
kıldı. İsa, ileride olacak şeyleri, olmuş tarzında mazi sığasıyla haber verdi.
Ulemânın çoğunluğuna göre, Allah İsa'ya çocuk yaşta peygamberlik ve İncil’i vermiştir. Zira o, büyük insan gibi akıllıydı. Meşhur görüşe göre ise Allah ona otuz yaşından sonra vah yetti. Buna göre Rasûllüğü, nebi liginden sonra olmuş oluyor.
Yaşadığını müddetçe, namaz kılmamı, zekât vermemi... Bana kesin bir emir olarak namaz kılmamı, malın zekâtını vermemi emretti. İlâhi hitapların peygamberlere yöneltilmesi, ümmeti emirler ve yasaklar hususunda gayrete getirmek içindir.
Bahru'l Ulûm'da şöyle dendi: ”Yaşadığım müddetçe" ifadesi; kul yaşadıkça üzerinden zahirî ibadetlerin ve diğer sorumlulukların asla düşmeyeceğine açık bir delildir. Bazı ibâhiyye mensuplarından nakledildiği gibi, kulun ibadetlerden muaf olacağı sözü tamamen küfür ve sapıklıktır.
32
Ve anneme iyi, güzel ve nazik
davranmamı emretti. Bu söz de işaret etmektedir ki, Meryem’in kocası yoktur. Olsaydı babaya da iyilik tavsiye edilirdi.
Beni Rabbine
âsi kibirli
bir zorba kılmadı.
33
Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kabirden kaldırılacağım günde bana selâm olsun' dedi. Tabii bir baba olmaksızın doğduğum günde, öleceğim günde ölüm ve ölüm sonrası sıkıntılardan, dirileceğim günde kıyamet ve cehennem korkusundan selâmette olayım. Bu üç önemli safhada Allah'ın selâmeti Yahya'ya nasıl teveccüh ettiyse bana da öylece teveccüh etsin.
İsâ bu sözlerle onlara hitab edince, anasının suçsuz olduğununa kanaat getirdiler. Onun iffetli ve şüpheden uzak bulunduğuna inandılar. İsâ bundan sonra normal konuşma çağına erinceye kadar konuşmadı.
34
İşte hakkında şüpheye düştükleri yüce vasıfları anlatılan
Meryem oğlu İsâ, gerçek söze göre budur. Hristiyanların tanımladıkları gibi değil. Bu, onları en açık ve ilmî tarzda reddetmedir. Şüpheye düşüp Allah'ın oğludur dedikleri Meryemoğlu İsa hakkındaki gerçek ve sabit söz budur.
35
Allah için çocuk edinmek olur şey değildir. O Allah, Hıristiyanların iftirasından
münezzehtir. Bir şeyin olmasına hükmederse ona sadece 'ol' der. O da olur. İsa için de ”ol" dedi. Hemen babasız oluverdi. Âyetin manası; Allah, varlıkların olmasını isterse buna engel olunmaz. İstediği tarzda ve gecikmeksizin hemen oluverir.
36
'Şüphesiz Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin. İşte doğru yol budur.' Bu söylediğim tevhid inancı, dosdoğru yoldur. O yola giren sapmaz. Böylece İsa'nın sözü tamam oldu.
37
Sonra gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler. ”Ahzâb",
"hızb"ın çoğuludur. Cemaat demektir. Yani insanlardan ilâhî hitaba muhatap olanlar, aralarında ayrılığa düştüler. Bunlar kendilerine peygamber gönderilen topluluklardır.
Nasturîler: İsâ, Allah'ın oğludur dediler. Yakubîler: O, Allah'ın kendisidir, önce yeryüzüne indi, sonra göğe yükseldi dediler. Melkânîler ise: O, Allah'ın kulu ve nebisidir dediler.
Vay o büyük günü görecek kâfirlerin haline! Ayrılığa düşen kâfirlerin hesabı ve korkusu dehşetli olan kıyamet gününü görmekten ötürü vah haline! Veyl, helak demektir.
38
Bize geldikleri gün, neler görüp neler işitecekler! Kıyamet günü hesap ve ceza için Bize geleceklerinde gözleri ve kulakları ne de keskindir!
Dünyada sağır ve kör iken burada şaşkınlık içinde pür dikkat kesilmeleri tabiidir. Taaccüp; sebebi bilinmediği için bir şeyi gözde büyütmektir. Sonra bu kelime normal ta'zim için de kullanılır olmuştur.
Fakat, o zalimler bugün açık bir sapıklık içindedirler. Yani onlar dünyada hudutsuz ve açık bir hata içindedirler. Zira kendilerine fayda vereceği sırada her şeyi görüp, dinlemekten gafil oldular.
39
Ey Rasülüm Muhammed!
Onlar bir gaflet içindeyken ve henüz iman etmemişlerken her işin bitmiş olacağı o pişmanlık günüyle onları uyar. Zalimleri, insanların üzüntü ve pişmanlık duyacakları gün ile korkut, o gün hesap bitirilir. Cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme sevkedilir.
Rivayet edildi ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bu durumdan soruldu; O da şöyle buyurdu: ”Ölüm alaca bir koç suretinde getirilir ve boğazlanır. Cennetlik ve cehennemlikler bakar. Delicti şöyle bağırır: Ey cennet ehli! Size ölümsüz bir hayat. Ey cehennem ehli! Size de ölümsüz bir hayat... Cennetlikler sevindikçe sevinirler. Cehennemlikler ise üzüldükçe üzülürler." (4)
O zalimler âhirette kendilerine yapılacak muameleden gafildirler, dünya hayatında hâlâ gaflet içinde bulunmaktadırlar.
40
Şüphesiz Biz yer yüzüne ve üzerinde olanlara vâris olacağı ve onlar ancak Bize döndürüleceklerdir. Bizden başka onlar üzerinde bir sahip yoktur. Onlar karşılık görmek için ister tek, isterse ortak olarak Bizden başkasına değil, sadece Bize döndürüleceklerdir.
41
Ey Rasülüm Muhammed!
Kitapta İbrahimi de an. Kavmine İbrahim’in hikâyesini anlat. Zira bütün din menupları İbrahim’in faziletini kabul ederler. Arap müşrikleri de İbrahim soyundan gelmekle iftihar ederler. Cenab-ı Hak. Habibi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, şirki bırakmaları için onlara İbrahim’in tevhid inancını haber vermesini emretti.
Gerçekten o, çok doğru bir peygamberdi. İbrahim gerçekten doğruluktan ayrılmayan, her vakit doğru hareket eden bir peygamberdi. Doğrulukla, peygamberlik sıfatlarını kendinde toplamıştı. Zaten doğruluk peygamberliğin aynlmaz şartıdır. Peygamber mutlaka doğru kimseden olur.
Fakat sıddık (çok doğru) kimsenin, peygamber olması gerekmez. Nebilikle, Rasûllük arasındaki fark şudur. Rasul, ister insan ister melek olsun, hükümleri tebliği etmek üzere gönderilen kişidir. Nebi ise sadece insandan olur.(5)
42
Ey Rasülüm Muhammed! Hatırla ki bir zamanlar İbrahim
babasına Âzer'e, kendisini tatlılıkla hakka davet için
demişti ki: 'Ey Babacığım! İbadet sırasında senin övgü ve yalvarmalarını
işitmeyen, huzurundaki tevazu ve saygını
görmeyen ve sana dünya ve âhirette
hiçbir fayda sağlamayan, Allah'ın azabını senden uzaklaştıramayan
şeylere niçin tapıyorsun?
43
Ey Babacığım! Doğrusu vahiy yoluyla,
sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyleyse
bana uy. Seni doğru yola ileteyim. Benden ilim öğrenmekten çekinme ki, seni en yüksek mertebeye çıkaracak, sapıklıktan kurtaracak dosdoğru yola ileteyim.
Hazret-i İbrahim, fevkalâde cahil olmasına rağmen babasının cahil olduğunu söylemedi, gerçek de olsa kendini üstün ilim sahibi olarak tanımlamadı. Bilakis onun yol arkadaşı, yardımcısı tarzında kendini takdim etti. Bu, kibarlık ve incelik metodudur.
44
Ey Babacığını! Şeytana tapma. Putlara tapman bir bakıma şeytana tapm andır. Çünkü bu işi süsleyip püsleyen, seni putperestliğe teşvik eden şeytandır.
Çünkü şeytan, Rah ma n'a âsi olmuştur. Adem'e secdeden yüz çevirmesi de bu isyanındandır. Malumdur ki, âsiye itaat, gazap doğurur ve nimetin elden çıkmasına sebep olur.
45
Babacığım! Şayet şeytana uymuş ve Rahmana isyan etmiş halde ölürsen
doğrusu ben sana Rahman katından bir azap gelip de şeytanın dostu, ebedi lanette şeytanın yakını
olmandan korkuyorum.' İbrahim’in bu korkusu, babasının iyi ve doğru davranmasını temin içindir.
46
Babası inadında ısrar ederek İbrahim'e şöyle dedi :
'Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Onlardan vazgeçip ayrılıyor musun? Bu bir nevi taaccüptür. Sanki onlardan yüz çevirmek akıllı işi değil.
Eğer bundan vazgeçmezsen bu taunlara ibadeti yasaklamaya devam edersen, ölünceye veya benden uzaklaşıncaya kadar
Yemin olsun seni taşlarım. Uzun müddet de benden ayrıl, git' konuşma
dedi.
47
İbrahim: 'Sana selâm olsun' dedi. Bu, ikram ve iltifat selâmı değil, ayrılış selâmıdır. Çünkü bu, kötülüğe iyilikle karşılık vermek tarzında İbrahim’in, babasına duası değildir.
Bu da gösteriyor ki; nasihat edilen kimse şiddet gösteriyorsa onu kendi haline bırakmak caizdir.
Âyetin manası şudur: Benden salim oldun. Bundan sonra benden sana bir rahatsızlık dokunmaz. Seni incitecek bir şey söylemem. Fakat
'Senin için Rabbi inden mağfiret dileyeceğim yani seni imana kavuşturması, tevbeye muvaffak kılması için Rabbimden, seni bağışlamasını dileyeceğim. Bu türlü bir istiğfarın caiz olmasında herhangi bir tereddüt yoktur. Sakıncalı olan, küfür devam ettiği halde kâfire dua etmektir. İbrahim’in, babasına dua vadinde herhangi bir karışıklık yoktur. Başka bir âyette de buna işaret edilmektedir: ”...Senin için mağfiret dileyeceğim..." (Mümtehine: 4) Bu va'd, durumu net olmadığı için henüz babasının imanından ümit kesmezden önce idi. ”...Fakat O'nun bir Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan uzak durdu." (Tevbe: 114)
Çünkü O, bana karşı çok lütufkârdır. Rabbim bana çok çok lütuf ve ikramda bulunur. Size nasihatlerim fayda vermediği için senden ve kavminden dinim adına ayrılıyor, hicret ediyorum. Allah'tan gayri taptığınız putlardan da... Ben tek Rabbime ibadet ediyorum. Umarım ki Rabbime yalvarmaktan bahtsız, mahrum olmam.
48
Sizden de, Allah'tan başka taptıklarınızdan da ayrılıyor yani senden de kavminden de dinim uğrunda hicret ederek uzaklaşıyorum. Çünkü nasihatlarım size tesir etmedi,
ve sadece Rabbime yalvarıyorum yalnız. O'na ibadet ediyorum.
Umarım ki Rabbime yalvarmakta bahtsız olmam.' Elim boşa çıkmaz, gayretim zayi olmaz.
49
İbrahim, onları Allah'tan başka taptıklarıyla başbaşa bırakıp çekilince Şam'a hicret edince, kâfir akrabalarından ayrılmasına karşılık olarak
Biz ona Yakub ve İshâk'ı bahşettik. Özellikle Yakub ve İshak'ın zikredilmesi, peygamberlerin şeceresi olmalarından dolayıdır.
Ve onlardan
her birini peygamber yaptık.
50
Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk, dinî ve dünyevî her türlü hayrı verdik.
Her dilde üstün şekilde anılmalarını sağladık. Ayetteki ”Lisane Sıdk" övgü, medih demektir. Yani insanlar onunla iftihar ederler, onları hayırla yadederler, böylece âyet-i kerimedeki davetine uymuş olurlar. ”Sonraki nesiller arasında hayırla anılmamı sağla. ” (Şuâra: 84)
Bil ki bu âyet-i kerimelerde bir takım önemli işaretler vardır:
Bu işaretlerden birisi, yumuşaklık ve güzel ahlâktır. Çünkü sertlik, muhatabın uzaklaşmasına yol açar.
Bu işaretlerden bir diğeri de ittibadır. Kimin derecesi yükselirse kitap ve sünnete daha çok sarılır, tâbi olur. Sehl b. Abdullah şöyle dedi: ”Nefse en zor gelen şey, tâbi olmaktır. Çünkü ittihada nefse rahat yoktur."
Âyetlerdeki işaretlerden birisi de, uzlettir. Ebu'l-Kasım dedi ki: ”Kim dünya ve âhirette selâmet ararsa kötü arkadaşlardan uzak dursun. Çünkü kişi, sevdiğiyle beraberdir."
Bu işaretlerden bir diğeri de, kim Allah rızası için sevdiğim terkederse Allah ona, dostu İbrahime yaptığı gibi, terkettiğinden daha güzel ve sevimlisini, bedel olarak verir. Onunla ülfet eder.
51
Ey Rasülüm Muhammed!
Kitapta Mûsa'yı da an. Yakub'dan ayrı zikredilmesin diye Mûsa. İsmail'den önce zikredildi.
Doğrusu o, halisdi ve elçi bir peygamberdi. Allah Mûsa'yı pisliklerden, noksanlıklardan ve diğer zaaflarden uzak yaptı. Allah onu, kendisini haber versin diye halka elçi gönderdi. Bundan dolayı, daha yüce ve daha hususi olduğu halde ”rasul", ”nebî"den önce getirildi. Ben fakir diyorum ki. Nebinin tehiri âyet sonlarına riayet (söz ahengi) içindir.
52
Ona Tûr'un sağ yanından seslenmiş ve özel konuşmak üzere onu yaklaştırmıştık. Tur; Mısır'la Med yen arasında bir dağdır. Biz Mûsa'ya, Mûsa'nın sağına gelen cihetten seslendik. Haddi zatında dağın sağı solu olmaz.
Suyûti şöyle dedi: ”Mûsa, Medyen'den Mısır'a gitmek üzere yola çıktı. Mûsa'nın sağ tarafında, dağ yönündeki ağaçtan seslenildi."
Allah onun durumunu, kralın, konuşmak için kendine yaklaştırıp arkadaşlığa seçtiği kimseye benzetti. Çünkü Mûsâ ile, melek aracı olmadan konuştu.
53
Rahmetimizden dolayı ona kardeşi Harun'u peygamber olarak bağışladık. Biz Mûsa'ya, ona olan rahmetimizden ötürü, kendisine destek ve yardımcı olmak üzere kardeşi Harun'u bağışladık. Nitekim Mûsa Rabbinden böyle istemişti : ”Bana ailemden bir vezir ver." (Tâhâ: 29)
et-Te'vilatûn-Necmiyye adlı eserde denildi ki: ”Yukarıdaki âyet, peygamberliğin çalışmakla değil, Allahu teâlâ'nın lütfuyla olduğuna delâlet etmektedir. O, insanların gayretleriyle değil, kendi rahmet ve ikramıyla, insanlardan dilediğine nebilik, dilediğine ise Rasullük verir. Yine burada Hazret-i Mûsa'nın Allah katında çok makbul bir kimse olduğuna işaret vardır. Zira onun şefaatiyle, kardeşi Harun'a da nübüvvet ve risâlet vermiştir."
54
Kitap'ta İsmail’i de an. Cenab-ı Hak İsmail’i, babası İbrahim ve kardeşi İshakdan ayrı olarak zikreti. Bu, ona verdiği fazla önemden dolayıdır. Ey Rasülüm Muhammed! Kavmine Kur'an'daki, ceddin İsmail’in kıssasını da oku, anlat.
Çünkü o, sözünde duran elçi bir peygamberdi. kendisiyle insanlar ve Allah arasındaki işlerde sözünü yerine getirirdi. Allah onu bu şekilde tanımladı. Çünkü o, sözünde durmakla meşhurdu ve bu konuda başkasında görülmemiş sadakat örnekleriyle tanınmıştır. Kurban edilme konusundaki sadakati misal olarak yeter. Kesileceği sırada şöyle diyerek sözünü yerine getirmiştir: ”...İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın." (Saftat: 102) Burada sözde durmaya teşvik vardır.
Bil ki; Allahü teâlâ İsmail (aleyhisselâm)’i vaadinde durduğu için övdü. Bu da işaret etmektedir ki; övgü ancak vaadin gerçekleşmesiyle tahukkuk eder, tehdidin gerçekleşmesiyle değil. Bundan dolayı âlimler, cezai andı ima konusunda caymanın caiz olduğunu, mükâfat konusunda ise caiz olmadığını söylemişlerdir. İmam Vahidî bunu şu âyetin tefsirinde açıkça belirtmiştir. ”Her kim bir mümini kasden öldürürse, onun cezası, içinde sürekli kalacağı cehennemdir." (Nisa: 93)
Araplar, birisinin kötülük vadedip verine getirmemesini ayıp ve döneklik saymazlar. Bilakis cömertlik ve fazilet sayarlardı.
Şöyle denildi:
Ben vaad ve tehditte bulunurum Tehditten vaz geçer, vaadimde dururum
Şöyle de dendi:
Bolluk zamanında vaadederse vaadinde durur Darlık zamanında tehdit ederse akıl ona engel olur.
Bu konuda Yahya b. Mu âz ne güzel söyledi: ”Vaad ve vaîd (tehdit) haktır. Vaad kulların; şunu yaparlarsa onlara şunu vereceğim diye garanti etmesinden dolayı Allah üzerinde hakkıdır. Sözünde durmaya Allah'tan daha lâyık kim olabilir? Tehdit ise Allah'ın kullar üzerinde hakkıdır. Onlara, şöyle yaparsanız sizi cezalandırırım der. Onlar da yaparlarsa, ister affeder isterse cezalandırır. Zira cezalandırmak O'nun hakkıdır. Fakat münasip olanı af ve keremdir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir."
Allah İsmail’i, babası İbrahim zamanında Yemen kabilelerinden Cürhümlülere elçi göndermişti. Cürhüm bir Yemen kabileşidir. İsmail onlardan bir hanımla evlendi. Onlara Allah'ı haber veren bir nebi idi. Babası İbrahim’in şeriatı üzere amel etti. Ulemânın icmaına göre İsmail'e kitap inmemiştir. Lût. İshak ve Yakub peygamberler de böyledir.
55
Ailesine namaz kılmayı, zekât vermeyi emrederdi. Âyetteki ”ehl" den maksat, izdivaç ve doğum yönünden ilişkili kimselerdir. Önemli olan, kişinin önce kendine ve kendisine en yakın olanlara tam olarak yönelmesidir. Cenab-ı Hak bu hususta şöyle buyuruyor: ”Önce en yakın hısımlarını uyar. ” (Şuârâ: 214) ”Ailene namazı emret. ” (Tâhâ: 132) ”Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun. ” (Tahrim: 6) Yakınlar düzelirse herkes de düzelir.
Namaz, bedenî ibâdetlerin en üstünüdür. Zekat ise mâli ibadetlerin en faziletlisidir.
Rabbi katında beğenilmişti. Söz, hal ve hareketlerinde beğenilmişti. Zira Allah'a tam bağlıydı.
Salihlerin birinden şöyle hikâye edildi: ”Bana misafirler geldi. Onlara dedim ki: 'Bana tesirli bir tavsiyede bulunun.' Dediler ki: 'Sana altı şeyi tavsiye ediyoruz.
1- Kimin uykusu çok olursa ondan kalb hassasiyeti umulmaz.
2- Kim çok yemek yerse ondan gece ibadeti beklenmez.
3- Zalimle arkadaşlık kurandan iyi bir dindarlık beklenmez.
4- Yalanı âdet edinmiş kimsenin dünyadan imanla ayrılması umulmaz.
5- İnsanlarla çok haşir neşir olanın, ibadetten zevk alması umulmaz.
6- Sırf insanların hoşnutluğunu isteyenin Allah'ın rızasını kazanması umulmaz.'"
56
Kitap'ta İdris’i de an. O Nuh'un babasının dedesidir. İdris (aleyhisselâm) ölçü ve tartıyı ilk kullanan, kalemle ilk yazı yazan ve ilk elbise dikendir. Daha önce insanlar deri giyiyorlardı.
Çünkü o her halinde
çok doğru bir peygamberdi. İkinci haber olan ”Nebi," birinci haber olan ”Sıddık"ı tahsis etmektedir. Çünkü her nebi Siddik, fakat her sıddık nebi değildir.
57
Onu yüce bir yere yükselttik. O yüce makam, dördüncü kat semadır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Miraç'ta birinci semada Hazret-i Âdem’i, ikinci semada Yahya ve İsa'yı, üçüncü semada Yusuf'u, dördüncü semada İdris’i, beşinci semada Harun'u, altınca semada Mûsa'yı, yedinci semada İbrahim’i gördü.
58
İşte bunlar yani bu sûrede Zekeriyya'dan İdris'e kadar zikredilenler
Allah'ın kendilerine çeşitli dinî ve dünyevî
nimetler verdiği peygamberlerden Âdem’in zürriyetinden... Zürriyet, çok çok oldu, anlamındaki ”Zere'e" kelimesinden türemiştir. İnsan ve cin soyu için kullanılır.
Nubla birlikte gemide taşıdıklarımızdan yani onların soyundan -bunlar İdris’in dışındakilerdir. Çünkü İbrahim, Nuh'un oğlu Sâm'ın soyundandır.-
İbrahim ve İsrail ( Yakub)’in soyundan -Mûsa, Harfin, Zekeriyya, Yahya ve İsa bunlardandır- Burada kızların çocuklarının da zürriyetten sayıldıklarına delil vardır. Çünkü Meryem oğlu İsâ Yakub soyundandır.
Doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız peygamberlik ve ikram için seçip, hakka yönelttiğimiz
kimselerdendir. Rahman'ın âyetleri kitaplarındaki korkutma ve teşvik âyetleri
onlara yani bu peygamberlere
okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. ”Sücceden" kelimesi, ”sâcid"in çoğulu, ”Bukiyyen" kelimesi ise ”Bakin"in çoğuludur.
Yani sizden önceki peygamberler, nesebi erinin yüceliğine, şahsiyetlerinin kemaline, Allah'a yakınlıklarına rağmen secde ediyor ve Allah'ın âyetlerini işitince ağlıyorlardı. Siz de onlar gibi olun. Hadisi Şerifte şöyle buymldu: ”'Kuran-ı okuyun ve ağlayın. Şayet ağlamazsanız, kendinizi ağlamaya zorlayınız." yani gözün ağlamazsa kalbin sana uysun. Kur'an-ı işitince üzüntüye kapılın. Çünkü Kur'an hüzünlüler üzerine hüzünle inmiştir.
59
Onların ardından öyle bir nesil geldi ki... Arkadan gelenin iyisine ”halef kötüsüne ”half denir. Yani peygamberlerin ardından onları takib eden kötü nesiller, çocuklar geldi. Onlar Yahudi, Hristiyan ve Mecusilerdir. Hadis-i Şerifte şöyle buy ruhlu: ”Hiçbir peygamber yoktur ki, ümmetinden O 'nun sünnetine bağlı, emirlerine uyan yardımcıları ve ashabı olmasın. Ancak kendilerinden sonra yerlerine yaramaz kimseler geçer. Yapmadıklarını (yapın) derler. Emredilmedikleri şeyleri yaparlar. Onlara kim eliyle karşı çıkarsa mümindir. Onlara kim diliyle karşı çıkarsa mümindir. Onlara kim kalbiyle karşı çıkarsa o da mümindir. Bunların dışında olanlarda hardal tanesi kadar iman yoktur."
Namazı bıraktılar... Ya büsbütün terkettiler, ya vaktinde kılmadılar veya sevabını zayi ettiler. Çünkü huzurlu ve içten kılmıyorlardı.
Şehvetlere uydular... İçki içmek, çeşit çeşit günahlara dalmak suretiyle nefislerine uydular.
Bir kitapda şöyle söylendi: ”Allah Davud'a şöyle variyetti: Dünya, üzerine köpeklerin üşüşüp oraya buraya çektikleri bir leş gibidir. Onlar gibi olup, onlarla bu leşi sürüklemek ister misin? Ey Davud! Helâl gıda, yumuşak (lüks) elbise, iyi şöhret ve âhirette cennet asla bir arada olmaz"
Bilmiş ol ki; şehvet ve lezzet yollarının açılmış olması, hayır ve âhirette kurtuluş alâmeti değildir. Bundan dolayı Hazret-i Ömer, soğuk suyla balı bir arada yemedi ve: ”Bunun hesabından beni uzak tutun" dedi. Âyetteki şehvetlerden maksat, kötü arzu ve lezzetlerdir. Şehvetle hevâ arasında fark vardır. Hevâ kötüdür ve şehvetler cümlesindendir. Şehvet ise bazan iyi olur. Bu, insanı olgunluğa götüren şehvettir. Bazan da kötü olur ki bu da nefsi emmârenin kötü iş yapmasıdır. Bu da sadece bedenî zevklerin bulunduğu şeylere iltifat etmektir. Şehvetlere ve hevaya karşı çıkmak ve lezzetleri terk etmek gibi üstün ve değerli bir ibadet yoktur. Şair şöyle dedi:
Şeytan ve nefse aykırı gel, onlara isyan et Cana candan nasihat etseler de itham et.
Onlar azgınlıklarının cezasını çekeceklerdir. Kötü akıbete uğrayacaklardır. Denildi ki: ”Ğayy", cehennemde bir vadidir. Cehennemin diğer vadileri onun şerrinden Allah'a sığınırlar. Orası, zina edenler, faiz yiyenler, namazı terkedenler için hazırlandı. Bu takdirde âyetin manası: Onlar cehennemin Ğayy vadisine varacaklar demek olur.
60
Bak. Âyet 61.
61
Ancak tevbe eden, iman edip yararlı iş yapanlar bunun dışındadır yani şirk ve günahlardan dönen, küfür yerine imanı seçen, tevbeden sonra güzel hareket edenler...
Bunlar hiçbir haksızlığa uğratılmadan Rahman'ın kullarına gıyaben vaadettiği cennete, Adn Cennetlerine gireceklerdir. Evet işte bu sıfatlara sahip olanlar Allah'ın kesin vadi üzere cennete girecekler, amellerinin karşılığından hiçbir şey eksiltilmeyecek. Bu Adn Cennetidir ki. Rahman onu kullarına gıyaben vadetmiştir. Adn, cennetin özel ismidir. İkamet ve sevap yurdu demektir. Onlar Allah'ın vadettiği Adn Cennetini görmemişler, sadece haber üzerine inanmışlardır.
Şüphesiz O'nun vaadi yerini bulacaktır. Şüphesiz Allah'ın vaadettiği cennete, söz verilen kimseler mutlaka girecektir. Bu vaadde cayma yoktur.
62
Orada boş söz değil, sadece selâm duyarlar. Bu cennetlerde taydaşız, fuzulî söz işitmezler. Bu, cennet halkından boş söz sadır olmayacağından kinayedir. Burada, bu dünyada da boş sözden sakınmak gereğine dair bir tenbih vardır. Onlar orada ancak meleklerin kendilerine veya birbirlerine olan ”selâm" sözünü işitirler.
Orada sabah akşam rızıkları vardır. Bundan maksat, rızıklarının devamlı oluşudur. Ben sabah-akşam filanın yanındayım demek, devamlı oradayım demektir.
Denildi ki; ”Onların rızıkları, sabah akşam yemekleri ölçüsünde verilir. Çünkü cennette gece gündüz yoktur. Onlar daimî bir nûr içinde bulunurlar. Allah cenneti bu şekilde tanımladı, zira Araplar, sabah akşam rızkından daha değerli bir yaşayış bilmiyorlardı."
Hasan-ı Basrî dedi ki; ”Allah her kavmi, sevdikleri şeylerle teşvik etmek istedi. Bundan dolayı Acemin âdetlerinden olan altın, gümüş bilezikleri, ipek elbiseleri. Yemen eşrafının âdeti olan koltukları zikretti. Araplar için de sabah akşam gıdası kadar hoş bir şey yoktu."
63
Kullarımızdan muttaki olanları mirasçı kılacağımız cennet işte budur. Özellikle sana anlatılan ve Allah'a itaat edip şirk ve günahtan sakınan kullarımızı, miras bırakanın malını varise bırakıp nemalandırdığımız gibi mirasçı kılacağımız cennet işte budur.
64
Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz.
Müfessir Mücahid dedi ki: Cebrail Hazret-i Peygamber'e gelmekte gecikti. Bilahare geldi. Rasûlüllah ona: ”Seni alıkoyan nedir?" deyince bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
Bazı müfessirler şöyle söyledi: Bu, Cebrail’in sözünü hikâyedir. Cebrail’in gelişi gecikince bu durum Hazret-i Peygambere çok ağır gelmiş, müşrikler de: ”Rabbi. Muhammedi terketti ve ona kızdı" demeye başlamışlardı. Rasûlüllah Cebrail'e dedi ki: ”Geciktin, seni çok özledim" Cebrail de: ”Ben daha çok özledim fakat ben bir emir kuluyum. Gönderildiğim zaman gelir, bırakıldığım zaman da kalırım." dedi. Bunun üzerine bu âyet ve Duhâ sûresi nazil oldu.
Geçmişimizi, geleceğimizi ve ikisi arasındakiler (i bilmek) O'na mahsustur. Âhirete ait, dünyaya ait, şimdiye kadar olan ve bundan sonra kıyamete kadar olacak şeyleri ancak Allah bilir.
Rabbin asla unutkan değildir. Kâfirlerin sandığı gibi Rabbin seni terk edecek yahut da unutacak değildir. Unutmak, hatırlamanın zıddıdır.
65
O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir.
Göklerin, yerin ve bütün ınahlukatın sahibi olan Allah nasıl unutulabilir?
Öyleyse O'na ibadet et madem ki Rab odur. O'na ibadette devamlı ol. Ey Rasûlüm Muhammed!
Ve bu ibadette sabırlı ol. İbadetin zorluklarına katlan, vahyin geç gelişine, kâfirlerin seninle alay edip şımarmalarına üzülme. Zira Allah seni gözetip korur. Dünya ve âhirette sana iltifat eder.
Hiç O'na benzeyen birini bilir misin? İsimde, denklikte ona ortak, ilâh diye isimlendirilebilecek birisi var mıdır?
66
İnsan: 'Ben öldüğümde mi diriltileceğim?' der. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr ve garip görme tarzında böyle der. Buradaki insandan maksat, ”Ubey b. Halef" dir. O çürümüş bir kemik alıp ufalamış ve şöyle demişti: Muhammed, böyle çürümüş kemik haline geldikten sonra tekrar diriltileceğimizi söylüyor. Ölüp, darmadağın olduktan sonra diri olarak kabirden çıkarılacağım, yani tekrar hayata döndürüleceğim öyle mi?
67
İnsan hiç düşünmez mi ki, o daha önce hiçbir şey değilken Biz kendisini yaratmışızdır. Soru, inkâr ve azarlama içindir. Yani: Düşünmüyor da böyle mi söylüyor? Şimdiki yaşamakta olduğu hayattan önce, mutlak bir yokluk halinde iken yarattığımızı hiç düşünmüyor mu? Düşününce bilir ki: Başlangıçta hiçbir madde olmaksızın yaratmaya kadir olan, dağılmış bütün maddeleri bir araya getirmeye de kadirdir.
Bu âyette, kıyasın geçerli olduğuna dair delil vardır. Zira Allah inkarcıyı kınadı ve ikinci yaratılışı, birinci yaratılışa kıyas etmediği ve ilk yaratılışı, öldükten sonra dirilmeye delil getirmediği için onu cahil saydı.
68
Rabbine Yemin olsun ki Biz onları uydukları şeytanlarla beraber mutlaka hasredeceğiz. Öldükten sonra dirilme konusunda ileri geri konuşanları, kendilerini baştan çıkaran şeytanlanyla birlikte diri olarak topraktan çıkardıktan sonra mutlaka mahşerde toplayacağız. Zira her inkarcı, şeytanıyla birlikte zincire vurulmuş olarak haşredilecektir.
Sonra onları, durumun vahametini görüp ayakları üzerinde durmaya güç yetiremedikieri için
diz üstü çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız. ”cisiyy" kelimesi ”câs'ın çoğuludur.
69
Sonra her toplumdan, grup ve ümmetten
Rahman'a en çok kim baş kaldırmışsa onları ortaya çıkaracağız, Toplandıkları zaman, isyan derecelerine göre sırayla ateşe atacağız, daha azgın olanların cezası daha şiddetli olacaktır. Pek tabiidir ki, hem sapık hem de başkalarını saptıranla, başkasına uyup sapıtanın cezası bir olmaz. Ayın şekilde, ortalığa şüphe saçan kişiyle, saflığından dolayı başkasına uyanın cezası da ayın olmaz. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: ”İnkâr eden, Allah'ın yolundan alıkoyanlara, bozgunculuklarına karşılık azap üstüne azap veririz." (Nahl: 88)
70
Sizden
cehenneme girmeye, bu seçilip çıkanlar arasında
en lâyık olanları Biz biliriz.
71
Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür. Ey İnsanlar! Sizden herbiriniz mutlaka cehenneme uğrar. Zira cehenneme uğramak. Rabbin için kesin bir hükümdür ki, bunu kendine vacip kılınıştır.
72
Sonra muttakileri kurtarırız. Cehennemliklerden olup Allah'tan korkanları lütfumuzla kurtarırız.
Zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız. Kendilerine, kâfirlik ve isyanla yazık edenleri ise orada hareketsiz bırakırız. Bu âyet onların, zillet içinde oturup, kurtulanlarla birlikte cennet etrafına doğru hiç hareket edemiyeceklerine işaret etmektedir.
Bilmiş ol ki, Mutezile: ”Cehenneme giren bir daha çıkamaz" dediler. Mürcie ise: ”Mü'min asla cehenneme ginnez. Zira âyette geçen ”vurûd" kelimesi, duhûl değil, huzur manasınadır" dediler. Ehl-i Sünnet ise: ”Allah'ın, âsi kullarını önce cehennemle cezalandırıp sonra oradan çıkamıası caizdir. ”Vürûd," duhûl manasına da gelir," dediler. Bunu destekleyen bazı âyetler şunlardır: ”Firavun onları cehenneme götürür." (Hûd: 98) ”Siz ve Allah'tan gayrı taptıklarınız cehennem yakıtısınız. Oraya gireceksiniz." (Enbiya: 98) ”Sonra muttaki olanları kurtaracağız." (Meryem: 72) çünkü kurtarmak ancak cehenneme girdikten sonra mümkün olur. Başka bir âyette de buna işaret ediliyor: ”Biz onu üzüntüsünden kurtardık. Müminleri böyle kurtarırız." (Enbiyâ: 88)
Allahu teâlâ: ”Yaptıklarına karşılık tarafımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, iste onlar cehennemden uzak tutulanlardır. Cehennemin uğultusunu işitmezler." (Enbiya: 101) buyurmuşken mü'nıinler cehenneme nasıl girerler elersen:
Buna şöyle cevap veririm: Maksat cehennem azabından uzaklaştırmaktır. Hasan-ı Basrî ve Katâde dediler ki: Cehenneme girmek, cehennem üzerine uzatılmış köprüyü geçmek demektir. Zira cennete sırat köprüsünden başka yol yoktur. Maksat girmek değil, girmiş hükmünde olmaktır. Hadis-i Şerifte şöyle buyrulmuştur: ”Bir müminin üç çocuğu ölür (sabreder) se cehenneme pek az bir müddet girer."(S) Bu, şu âyette işaret edilen husustur: ”Sizden herkes mutlaka oraya girer. ” (Meryem: 71)
73
Kur'an
âyetlerimiz kendilerine müşriklere
apaçık okunduğu zaman, inkâr edenler inananlara: 'Bu iki topluluğun hangisinin makamı daha iyi ve yeri daha güzeldir?' derler. Nadr b. Haris ve yandaşları gibi kâfirler, gariban mü'minlere şöyle diyorlardı: ”Hangimiz mevki ve makam yönünden daha hayırlıdır? Biz mi yoksa siz mi? ”
Bazı müfessirler dedi ki: ”Nediyy" kavmin ileri gelenlerinin, dost ve yardımcı takımının toplandığı meclis, kulüp demektir. Rivayete göre Mekke müşriklerinin önde gelenleri, saçlarını tararlar, yağlarlar, kokulanıp pahalı zilletlerle süslenirler, apaçık Kur'an âyetlerini işitip, karşı koymaktan âciz kaldıklarında dünyevî varlıklarıyla övünerek fakir mü'minlere şöyle derlerdi: ”Şayet siz hak, biz bâtıl üzere olsaydık dünyada sizin vaziyetinizin bizden daha iyi olması gerekirdi." Bundan maksatları mü'minleri dinlerinden döndürmekti.
74
Cenah-ı Hak onları şöylece reddetti:
Onlardan önce nice nesilleri yok ettik ki, onlar varlıkça ve gösterişçe bunlardan daha üstündüler.
Her asrın halkı, kendilerinden sonrakileri için bir ”karıî'ûır. Çünkü onlardan önce gelmişlerdir. Hayvanın boynuzuna da, önde olduğu için ”karn" denir. ”Esas" ev eşyası, ”ri'y" görünüm ve şekil demektir. Yani: Âd, Semûd ve benzerleri nice geçmiş milletleri Mekke kafirlerinden önce çeşit çeşit azaplarla he lâk ettik. Eğer Bizim katımızda değerli oldukları için onlara mal, mülk vermiş olsaydık bu şekilde helak etmezdik. Bunda açık bir tehdit vardır. Denmek isteniyor ki, müşrikler bu durumu dikkate alsınlar.
75
De ki: 'Sapıklıkta olana Rahman mühlet versin. Sonunda, tehdit edilegeldlkleri azabı, ya da kıyamet gününü gördükleri zaman kimin yerinin daha kötü ve taraftarlarının daha zayıf olduğunu bileceklerdir.' Mal mülkle övünen kâfirlere de ki; cehalete gömülmüş, işlerin sonucundan habersiz olan, Rahmanin kendisine mal ve uzun ömür verdiği, yani azabı daha çok olsun diye acele etmeyip istidrac kabilinden ve ihsan şeklinde ömrünü uzatıp, mal ve çoluk çocuğunu artırdığı kimseler tehdit edildikleri azabı görünce ki, bu azap: Müslümanların onları öldürüp esir almaları tarzında ya dünyevî veya kıyamet günü uğrayacakları üzüntü ve helak şeklindeki uhrevî azaptır. Evet bu azabı gördüklerinde bu iki toplumdan hangisinin daha kötü mevkide olduğunu bileceklerdir. O zaman, vaziyetin, düşündüklerinin aksine olduğunu, kendilerinin daha kötü, müminlerin ise daha iyi mevkide olduğunu, ayrıca cemaat ve taraftar yönünden kimin daha güçsüz bulunduğunu bileceklerdir.
Fahrettin er-Râzî tefsirinde der ki: ”Farzedilsin ki, bu refah içindeki sapığın eceli uzatılsın. Akibet dünyada veya âhirette azapla son bulmayacak mı? O zaman nimetlerin fayda vermediğini bilecektir."
"Taraftarlarının daha zayıf ifadesi özellikle kullanıldı, zira müşrikler kendilerinin dost ve yardımcıları olduğunu iddia ediyorlar, kulüp ve mahfillerinde bununla övünüyorlardı. Cenab-ı Hak bu hallerini reddetmektedir.
76
Allah, sapıkların sapıklığını artırdığı gibi
doğru yolda olanların mü'minlerin de
doğruluğunu iman, amel, olgunluk ve yakînlerini
artırır. Baki kalacak yararlı işler, Rabbinin katında sevap olarak da, sonuç olarak da daha hayırlıdır. Bunların sevabı, sevap verilen kimseye daimi olarak fayda sağlar. Yani faydası daimi olan ameller, Rabbin katında kâfirlerin övündükleri şeylerden ve peşin dünya nasiplerinden daha hayırlıdır. Sonuç olarak da daha iyidir. Zira neticesi, Allah'ın rızası ve daimi nimettir. Kâfirlerin yaptıklarının sonucu ise gazap ve daimi azaptır.
77
Ey Rasülüm Muhammed!
Âyetlerimizi inkâr eden ve: Âyet, öldükten sonra dirilmeyle alay eden Âs bin Vail hakkında nazil olmuştur. Habbab b. Eret’ın onda alacağı vardı. Alacağını istedi. O da: ”Muhammed’i inkâr etmedikçe vermem" dedi. Habbab da: ”Yemin olsun ki onu, ne ölü iken, ne diri iken ne de diriltileceğimiz vakit asla inkâr etmem," deyince Âs b. Vail: ”Öyle ise diriltileceğimiz güne kadar bekle, diriltildiğin zaman bana gelirsin. O zaman benim malım ve çocuklarım olur. Sana alacağını veririm," dedi.
'Bana elbette mal ve çocuk verilecektir.' diyeni gördün mü? Eğlenerek ve sözünün başına bir de yalan bir yemin ekleyerek: Şayet âhirette diriltil irs em bana elbette mal ve çocuk verilecektir, diyen adamın haline bak, onun acayip haline ve alçakça cüretine şaş ey Muhammed!
Âyetteki ”gördün mü" sorusu, kâfilin haline taaccüb ve âyetleri inkâr etmelerinin tuhaf ve bayağılık olduğunu bildirmek içindir. Zira düşünse inkâr etmemesi gerekir. Âyetin manası: Aralarında öldükten sonra dirilmeyle ilgili olanların da bulunduğu âyetlerimizi inkâr edeni gördün mü?
78
O, görülmeyeni mi biliyor? Kendisine gay bin bilgisi ulaşacak derecede bir yüceliğe mi ulaştı ki, âhirette kendisine mal ve çocuk verileceğini söylüyor, üstelik bir de yemin ediyor. Halbuki gaybı bilmek sadece Allah'a hastır.
Yoksa gaybı bilen
Rahman katından bir söz mü almıştır?
79
Hayır, durum onun dediği gibi değil.
Söylediğini yazacağız, Söylediği yalan, inkâr ve alayları onun aleyhine tesbit edeceğiz, ona göre cezalandıracağız.
Ve kendisine mal ve çocuk verileceği iddiasının tam aksine Biz
onun azabını, hak ettiği tarzda
uzattıkça uzatacağız.
80
Bahsettiği şeyler yani dünyadaki mal ve çocukları, ölümünden sonra
Bize kalacak, kıyamet günü kendisine mal ve çocuk eşlik etmeyecek,
kendisi de. Bize tek olarak gelecektir.
81
Onlar kendilerine kuvvet ve şeref kazandırsın diye, Allah'ı bırakarak tanrılar edindiler. Kureyş müşrikleri Allah'ı bırakıp putları ilâh edindiler. Güya kendilerini Allah'ın azabından kurtaracak, yardımcı ve şefaatçiler olacaklar da, böylece onlarla şeref bulacaklar!
Büyüklerden birisi şöyle dedi: ”Sen şerefi, zillet yerinde ararsan nasıl elde edersin? Çünkü sen zaten mahluktan bir şey istemekle kendini alçaltmış olursun. Şayet yapabilirsen Haktan isteyerek kendini şerefli kılabilirsin, böylece dünya ve âhirette hep aziz olursun."
82
Hayır, hayır, durum onların zannettikleri gibi değil, kâfirler
putlara yapmış oldukları ibadetlerini inkâr edecekler, dünyada iken onları Allah gibi sevip ibadet etmelerinin ardından şimdi
onlara düşman kesileceklerdir.
83
Kâfirlerin üzerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdiğimizi biliyor musun? Kötü tercihleri sebebiyle kâfirler üzerine onları çeşitli vesvese ve teşviklerle günahlara teşvik ve tahrik eden şeytanları musallat ettiğimizi biliyor musun? Maksat, kâfirlerin sözleri, onların sapıklık ve taşkınlıkları, inatta aşırılıkları konusunda Rasûlüllah’ın hayretini uyandırmaktır.
84
Onlar hakkında acele etme yani çabucak helak olsunlar da sen ve mü'minler onların şerlerinden rahat olasınız ve yeryüzü onların fesadından temizlensin diye acele etme.
Biz onlarıdı günlerini) teker teker sayıyoruz. Biz onların yaşayacağı günleri sayıyoruz, onların helâkları için acele etme, zaten pek az bir günleri kalmıştır. Nefesleri sayılıdır.
İbn Abbas (radıyallahü anh) bu âyet-i okuduğunda ağlar ve şöyle derdi: ”Son sayı, canının çıkması, son sayı, ailenden ayrılman ve son sayı, kabre girmendir."
İbnü's-Semmâk Halife Me'mun'un yanında bulunuyordu. Bu âyeti okudu ve şöyle söyledi: ”Madem ki nefesler sayılıdır. Öyleyse uzaması mümkün değildir. Tükenen şeyler ne de çabuk tükenir!"
Bir bedevî şöyle demiştir: ”Vakitlerin kesip attığı ömürle ve musibetlere maruz bedenle nasıl sevinebilirsin."
85
Muttakileri o gün Rahman'ın huzurunda, O'na gelmiş konuklar olarak toplarız. Ey Rasülüm Muhammed! kavmine, teşvik ve tehdit yoluyla takva ve itaat ehli kimseleri toplayacağımız günü hatırlat. Heyetler, ikram ve ihsanlarını bekleyerek kralların huzuruna nasıl gelirlerse muttakiler de, kendilerini geniş rahmetiyle kaplayacak olan Rahmanın huzuruna öylece gelirler.
86
Suçluları susuz olarak (suya götürür gibi) cehenneme süreriz. Suçluları da yalın ayak, susuz vaziyette hayvanlar gibi cehenneme süreriz. Çünkü suya inen, susuz olduğu için iner. Vird; suya inmek demektir.
87
Rahman'ın katında söz ve izin alandan başkasının şefaate gücü yetmez. Kullardan hiç kimse şefaat hususunda Allah'tan izin almadıkça âsilere şefaatçi olamaz.
88
'Rahman çocuk edindi' dediler, yani Yahudi, Hrisîiyan ve ”melekler Allah'ın kızlarıdır" diyen Araplar böyle dedi.
89
Allahu teâlâ da onlara :
Yemin olsun ki ortaya pek kötü bir şey attınız dedi. ”İdd"; kötü iş, musibet, nefret edilen şey demektir, yani ölçülemeycek kadar kötü bir iş yaptınız.
90
Bak. Âyet 91.
91
Rahman'a çocuk isnad etmelerinden dolayı nerede ise gökler parçalanacak, yer yarılacak. Bu sözün vahametinden ötürü neredeyse gökler param parça olacaktı. Yer de nerede ise yarılıp, parçalara ayrılacaktı.
Rivayet edildi ki: sahabeden birisi şöyle dedi: ”Âdemoğulları bir ağacın yanına geldiklerinde mutlaka ondan fayda görürlerdi. Ne zaman ki facir Âdemoğulları: Rahman çocuk edindi dediler. Yeryüzü çoraklaştı, ağaçlar dikenlendi."
Dağlar göçecekti. Bu âdi söz sebebiyle büyük büyük cisimler parçalanacak, un ufak olacaktı. Nerede ise göklerin parçalanması, yerin yarılması, dağların göçmesi, Rahman'a çocuk isnat etmeleri yüzündendi.
92
Halbuki Rahman'a çocuk edinmek yaraşmaz. Böyle söylediler ama, haddi zatında Allahu teâlâ çocuk edinmekten münezzehtir. Çünkü çocuk babadan bir parçadır. Mürekkeptir. Onu terkib edip birleştiren birine ihtiyaç vardır. Terkib ediciye muhtaç olan, ilâh olamaz.
93
Göklerde ve yerde oları her şey melekler, insanlar ve cinlerin hepsi sadece
Rahman'a baş eğmiş kul olarak gelecektir. Kıyamet günü bütün mahlûkat. Rahmana boyun eğmiş, kulluklarını itiraf etmiş olarak gelirler. Melekler, İsâ. Üzeyr ve başkaları da böyle gelir. Köleler, efendiler için nasıl yapı yorsa, bütün mahlûkat da öylece boyun eğerek Rahman'ın Rabliğine sığınırlar. Allah'ın onlardan çocuk edinmesi münasip değildir.
94
Yemin olsun ki (Allah) onları kuşatmış ve teker teker saymıştır. Hiç kimse dışarda kalmayacak şekilde onları kuşatmış, onların şahıslarını, nefeslerini ve ecellerini saymıştır.
95
Kıyamet günü hepsi O'na tek olarak gelecektir. Herkes O'na yardımcı ve yoldaşlardan uzak olarak tek başına gelecektir. Kudsi Hadis'te şöyle buyuruldu: ”Âdemoğlu Beni yalanladı. Halbuki buna hakkı yoktu. Âdemoğlu Bana dil uzattı. Buna da hakkı yoktu. Beni yalanlamasına gelince: Beni, baştan yarattığı gibi ilerde tekrar dirilt enıez demesidir. Halbuki, ilk yaratmak tekrar yaratmaktan daha kolay değildir. Bana dil uzatmasına gelince: Allah, çocuk edindi demesidir. Halbuki Ben, bir olan, her şey kendisine muhtaç bulunan, doğmayan, doğurmayan ve hiç kimse kendisine denk olmayan Allah'ım" (9)
96
İman edip, salih amel işleyenler için Rahman, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır. Kalb ve beden amellerini birleştiren mü'min ve salih amel sahipleri için Rahman, iman ve güzel amellerinden dolayı kalblerde sevgi ve muhabbet yaratacaktır.
97
Biz Kur'an'ı, Allah'a karşı gelmekten sakınanları müjdelemen ve inatçı milleti uyarman için senin dilinde (indirerek) kolaylaştırdık.
Onunla müjdele ve uyar. Zira Biz onu senin açık Arapça lisanın üzere indirdik ki, içindeki emir ve yasaklara uyarak muttaki olacakları müjdeleyesin. İman etmeyip inat edenleri de uyanısın. ”İmar" bildirme, korkutma ve sakındırma demektir. ”Lüdd" Eledd’in çoğuludur, aşırı düşman demektir. Hadis-i Şerifte şöyle buyuruluyor: ”Kişilerin Allah'a en sevimsiz olanları, düşmanlıkta aşırı gidenlerdir."
Bu inatçılardan önce de Peygamberleri, kendilerini azap ve helakla uyardıktan, Allah'ın âyetleriyle sakındırdıktan sonra nice milletleri helak ettik.
98
Onlardan önce nice nesilleri yok ettik. Sen onlardan herhangi birini duyuyor hissedip görüyor
veya onlara ait, onlardan hafif de olsa
cılız bir ses işitiyor musun? ”Rikz," gizli, kapalı demektir. Yani onları tamamen helak ettik. Onlardan hiç kimse görülmeyecek, kendilerinden en ufak bir ses işitilmeyecek şekilde köklerini kazıdık.
Âyet-i kerimede Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için, kâfirleri helâkla tehdit meyanında müjde ve uyarmaya dair teşvik vardır.