RÛHU'L-BEYÂN TEFSİRİ | TEKVÎR SÛRESİ

 

TEKVİR SÛRESİ

Mekke devrinde nazil olmuştur, 29 âyettir.

1

Güneş katlanıp dürüldüğünde, ”Küvviret", dürüldü demektir. Parçalarını birbiri üzerine katladığın zaman sanki tekvir ettim, yani dürdüm dersin. Güneşin dürülmesinden maksat, ”O gün göğü kitap dür er gibi düreriz..." (Enbiyâ: 104) âyetinde olduğu gibi, ya bulunduğu yerden kaldırılıp atılması veya ufuklara yayılan, ülkelere dağılan ışığının dürülüp toplanmasıdır.

Denildi ki: ”Küvvire ” in mânâsı, yörüngesinden alınıp cehenneme atılması demektir. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: ”Muhakkak güneş ve ay kıyamet günü cehennemde durulmuş iki nurdur." Yani güneş ve ay cehenneme atılmışlardır. Güneş ve ay maddî varlıklardır. Onların cehenneme atılmaları zarar görmelerine sebep değildir. Onların cehenneme atılmaları ateşin hararetini yükseltmek içkidir.

Tîbî de bu mânâda şunları söylüyor: ”Güneş ve ayın cehennemde dürülü olması kendilerinin azap edilmesi için değil, cehennem halkının özellikle de ışıklara (gök cisimlerine) tapanlara azap etmek içindir. Çünkü bizzat güneş ve ay sorumluluktan uzaktırlar."

Aynı şekilde Fenârî'nin Fatiha tefsirinde de şöyle söylenmiştir: ”Gökyüzü kademe kademe dürüldüğü zaman yıldızlarıyla birlikte cehenneme atılır."

2

Yıldızlar döküldüğünde yani yıldızlar süratli bir şekilde dağılıp düştüğünde. Nitekim bir başka âyette şöyle belirtiliyor: ”Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman." (İnfitâr: 2) Kevâkib ile nücûm, yıldızlar demektir. ”İnkidâr ” dan murat da dökülmektir. Çünkü gökyüzü o gün yıldızlarını saçıp döker, semadaki bütün yıldızlar istisnasız yere düşer. Çünkü İbn Abbas'ın rivayetine göre yıldızlar, yerle gök arasına nurdan zincirlerle asılmış kandillerde bulunur. Bu zincirler nurdan meleklerin ellerindedir. Yer ve gökte olanlar ölünce bu yıldızlar meleklerin ellerinden düşerler, zira onları tutanlar da ölmüş olur.

3

Dağlar yürütüldüğünde yani meydana gelen sarsıntıyla yeryüzünden kaldırılıp yerlerinden uzaklaştırıldığında.

4

Gebe develer terkedildiğinde, ”Işâr", uşerâ'nın çoğuludur. Nifas, nüfesâmn çoğulu olduğu gibi. ”Uşerâ" ise, on aylık hamile deve demektir. Sene dolup doğuruncaya dek bu deveye ”uşerâ" derler. Arapların en değerli malı ve en büyük geçim kaynağı bu develerdir. Kıyamet anında herkes kendi derdiyle uğraştığından bu develer çok makbul ve kıymetli oldukları halde başıboş salıverilirler, arkalarından bile bakılmaz. Bu hâl kıyametin ilk kopuş belirtileri gözüktüğü esnada olur. O sırada insanlar mal ve mülklerini bırakırlar kendi başlarının çaresine bakarlar.

5

Vahşi hayvanlar... Kamus sahibi şöyle diyor: ”Vahş, kara hayvanıdır. Çoğulu vuhûş ve vuhşân gelir. İnsanla ülfet, yakınlık kurmayan kara hayvanına ”vahş" denir.

Toplanıp biraraya getirildiğinde, sahra ve çöllerde dağınık oldukları, birbirlerinden nefret ettikleri halde her taraftan gelip insanlara ve birbirlerine karıştıklarında... Bu toplanma, kıyamet gününün korkusundan ötürüdür.

Denildi ki: ”Hayvanlar adaleti göstermek için karşılıklı haklarını almak üzere diriltilirler."

Katâde şöyle dedi: ”Her şey kısas için diriltilir. Hesaplaşma bitince hayvanlar toprak olur, insanların hoşlandığı tavus, bülbül ve benzerleri hariç hiçbir hayvan kalmaz. Adaletin gereğini gerçekleştirmek üzere kısas için hayvanlar bile diriltilirken, mükellef olan insan ve cinlerin diriltilip toplanmaması nasıl düşünülebilir?"

6

Denizler kaynatıldığında yani ısıtıldığında veya tatlısı tuzlusu karışıp bütün yeryüzünü kaplar vaziyette tek bir deniz hâline gelmek üzere birbirlerine katılarak toplandığında... Bu şu şekilde olur: Dağlar parçalanıp dağılir, yeknesak olmayan, uçuşan toprak hâline gelir. Cisimlerin uçuşan parçaları aşağıya iner ve çukur yerler dolar, yeryüzü denizle aynı seviyeye gelir. Denizler de böylece bir tek deniz halinde toplanmış olur.

Hasan-ı Basrî'den şöyle rivayet edilmiştir: ”Bir damla bile kalmamak üzere denizlerin suyu yok olur."

Râğıb diyor ki: ”Bunun böyle olması denizlerdeki ateşin tutuşturulması sebebiyledir. Bu sûrede ’su ir et' (Tekvîr: 12) sözüne uygun olsun diye ’süc-ciref dendi. Çünkü müfessirlerin çoğunluğuna göre’sücciref, tutuşturuldu ve ateş hâline geldi demektir. Böylece ateşin tutuşturulması ile denizlerin tutuşturulması tehdidi birlikte gerçekleşmiş olsun. İnfitâr sûresinde ise’intese-ret' (İnfitar: 2) sözüne uygun olsun diye Jücciref (İnfitar: 3) dendi. Çünkü yıldızların dökülmesi ile suyun yeryüzüne yayılıp dağılması, mânâ olarak birbirlerine yakındır."

7

Ruhlar birleştirildiğinde, ”Tezvîc, birini diğerine eş yapmaktır, bu ise denklik gerektirir. Maksat ruhların tekrar bedenlere döndürülmesiyle eşleştirilmesidir. Veya herkes kendine benzeyenle, hayır ve şer hususunda kendi grubuyla eşleşip sâlihlerin sâlihlerle, tacirlerin de fâcirlerle biraraya getirilmesidir. Yahut da herkesin, kitabı ve ameliyle biraraya getirilmesidir ki azgın kişiler kötü amelleriyle, olgun kişilerse iyi amelleriyle birleştirilirler.

8

Diri diri toprağa gömülen kıza, Araplar; fakirlik, cariyelik veya kendilerinden utanç duymaları sebebiyle kız çocuklarını diri diri gömerlerdi. Derlerdi ki, melekler Allah'ın kızlarıdır. Kızları O'nun katına gönderin. Çünkü O'nun kızlar üzerinde daha çok hakkı vardır.

Keşşaf sahibi şöyle dedi: ”Arabın bir kızı olduğu zaman onu sağ bırakmak isterse ona kıldan veya yünden bir elbise giydirir, o kız ona çölde deve veya koyun güdüverir. Şayet kızı öldürmek isterse onu altı yaşına kadar terkeder, sonra annesine: ’Bu kızı süsle ve güzel koku sür. Zira ben onu akrabalarına götüreceğim' der ve çölde önceden kazdığı kuyunun başına getirip kıza, kuyuya bak diye kandırıp arkasından itekler, toprak seviyesine gelinceye dek kuyuyu toprakla doldururdu."

Denildi ki: ”Hamile kadın, doğumu yaklaşınca bir kuyu kazar, doğum sancısını kuyu başında çeker, kız doğurursa kuyuya atar, oğlan doğurursa yanına alırdı."

Hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğunda... Adaleti göstermek için bu soruyu yani öldürülmeyi gerektiren günah nedir, sorusunu Allah sorar. Öldüren ise bizzat baba veya öldürme izni verdiği kimsedir. Sorunun kıza sorulması, öldürene karşı duyulan öfkenin fazlalığını belirtmek ve katili sert şekilde susturmak içindir. Şu âyetle de aynı yol takip edilmiştir: ”Allah, İsa'ya: ’Ey Meryemoğlu İsa! Sen mi insanlara Allahı bırakıp da beni ve annemi iki ilâh edinin dedin?,' buyurduğunu hatırla..?' (Mâide: 116) Maksat Hazret-i İsa ve annesini tanrı edinenleri kınamaktır.

İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan, müşrik çocukları hakkında sorulduğunda: ”Onlar azap edilmezler," diye cevap verdi ve bu âyeti delil getirdi. Gerçek olan şudur ki onlar, günah sebebiyle azap olunur, çocuklar ise günahsızdır.

9

Bak. Âyet 8.

10

Defterler açıldığında, defterlerden kasıt, amel defterleridir. Onlar ölüm zamanı dürülür, hesap zamanı açılır. Yani defterler açık vaziyette insanlara sağ ve sollarından verilir. Kişi defterin içindekilerine vakıf olur. Ona bütün amelleri sayılıp dökülür. Bunun üzerine şöyle der: ”...Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş..." (Kehf: 49)

Hadis-i şerifte şöyle buyuruldu: ”İnsanlar yalınayak, çırılçıplak olarak hasredilirler. Ümmü Seleme (radıyallahü anh): Peki kadınlar ne olacak diye sorunca, Hazret-i Peygamber : Ey Ümmü Seleme! Meşguliyetleri, kadınlardaki her şeyi unutturur, buyurdu. Ümmü Seleme: Meşguliyetleri nedir? deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): Defterlerin açılmasıdır. Orada zerre kadar da olsa, hardal tanesi kadar da olsa her şey yazılıdır," buyurdu. (2)

2- Bu hadisi İbn Ebî Hatim bu şekilde tahrîc etmiştir. Bkz. Muhtasaru Tefsîr-i İbn Kesîr, 3/602.

Denildi ki: ”Açılmaktan maksat defterlerin, sahiplerine dağıtılmasıdır."

Mersed b. Vâdia'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: ”Kıyamet günü geldiğinde sayfalar arşın altında uçuşur. Cenneti âlâda olacağına dair mü'minin amel defteri eline gelir, cehennemde olacağına dair defteri ise kâfirin eline gelir. Yani bu defterlerde cennetlik, cehennemlik olacaklar yazılıdır, bunlar amel defterlerinden başkadır."

11

Gökyüzü soyulup çıkarıldığında, kapalı şeyin üzerinden örtü çıkarıldığı, hayvanın derisi yüzüldüğü gibi sökülüp çıkarıldığında... Râğıb dedi ki: ”Keşf, devenin derisini soymak demektir."

12

Cehennem tutuşturulduğunda, yani kâfirler yakılsın diye cehennem şiddetli bir şekilde yakıldığında.

13

Cennet yaklaştırıldığında... ”İzlaf, yaklaştırma demektir. Yani müttakîlerin girmesi için cennet yaklaştırıldığında. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: ”Cennet müttakîlere yaklaştırılır. Zaten uzakta değildir" (Kâf:31)

Hasan-ı Basrî'den şöyle rivayet edildi: ”Müttakîler cennete yaklaştırılır. Yoksa cennet yerinden oynatılmaz."

Buraya kadar on iki durum sayılmıştır. Altı tanesi sûra birinci üfürüşle, ikinci üfürüş arasında olur ki bu altı husus, ”Denizler kaynatıldığında" âyetine kadar zikredilen hususlardır. Vahşî hayvanların toplanması, kısas için diriltilmeleri değil, kıyamet öncesi çeşitli yerlerden biraraya toplanmaları demektir. Diğer altısı ise ahirette yani sûra ikinci üflemeden sonra gerçekleşir.

Übey b. Ka'b şöyle dedi: ”Kıyametten önce altı alâmet gözükür. İnsanlar çarşı pazarlarında iken birden bire güneşin ışığı kaybolur. Bu vaziyette iken yıldızlar dökülür. Yine bu esnada dağlar yerle bir olur. Sarsılır, yerinde durmaz. Korkudan cinler insanlara, insanlar da cinlere sığınır. Hayvanlar, kuşlar, vahşiler dalga dalga birbirine karışır. O zaman cinler insanlara şöyle derler: ’Biz size haber getireceğiz'. Bunun üzerine denize giderler, bir de ne görsünler deniz alev alev tutuşuyor. Onlar bu durumda iken yer birden yarılır. Yine bu esnada kendilerini bir rüzgâr yakalar ve hepsini öldürür."

14

Kişi ne hazırladığını bilecektir. Kişilerden her biri ne hazırladığım bilecektir. ”Ne hazırladığı" ndan maksat, yaptığı hayırlı veya şerli amelleridir. Kişi amellerini olduğu gibi görecektir. Şayet ameli sâlih ise, onu en güzel biçimde görecektir. Çünkü ibadetler meşakkatten uzak değildir. Nitekim hadis-i şerifte şöyle belirtilmiştir: ”Cennet nefsin hoşlanmadığı, cehennem ise nefsin hoşlandığı şeylerle kuşatılmıştır." (3) Şayet ameli kötü ise, onu da en çirkin şekilde görecek ve ondan nefret edecektir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: ”Herkesin iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da hazır bulduğu günde insan kötülükleriyle kendi arasında uzun bir mesafe bulunmasını ister." (Âl-i İmran: 30) Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: ”Mümin kul iki korku arasındadır. Geçen ömür ki, o konuda Allah'ın nasıl hükmedeceğini bilmemektedir. Kalan ömrü hakkında da Allah'ın nasıl hükmedeceğini bilmemektedir. Kul ölmeden evvel hayattan, yaşlanmadan önce gençlikten, âhireti için dünyasından ve ruhu için nefsinden azık tedarik etmelidir. Yemin olsun ki, öldükten sonra hoşnutluk fırsatı yoktur. Dünyadan sonra da ancak cennet ve cehennem vardır."(4)

15

Gündüz kaybolup geceleri gözüken gezegenlere Yemin olsun.

Kasemin yani yeminin başındaki ”lâ" zâiddir, yahut da önceki sözü red için gelmiştir. Buna göre mânâ: ”Ey kâfirler! Durum sizin iddia ettiğiniz gibi değildir. Yani Kur'an, ne şiirdir, ne sihirdir, ne de efsanedir."

Sonra Cenab-ı Hak gezegenlere yeminle söze başladı. ”Hunnes", hânis in çoğuludur. Hânis ise geri kalan demektir. Hünüsün aslı geriye dönmektir. ”Hannâs", şeytanın bir sıfatıdır. Çünkü o hortumunu kulun kalbine sokar, kul Allah'ı zikredince geri çekilir, gaflete düşünce ise vesvese vermek üzere döner. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: ”Dönüp kaybolan beş gezegene yemin ederim." Bu beş gezegen şunlardır: Merih, Zühal, Zöhre, Utarit, Müşteri. Bunlar güneş ve ayla birlikte yedi olmaktadır. Her biri bir yörüngede hareket etmektedir, en yakını ay olmak üzere belli bir tertip üzere bulunurlar.

" el-Cevâri'l-künnes", ”el-cevâri", akan mânâsına gelen cariyenin çoğuludur. ”el-Künnes" ise, kapalı yere giren mânâsına olan ”kânis"in çoğuludur. Bu kaybolan, gizlenen gezegenlere akan gezegenler denmesi, kendi yörüngelerinde hareket etmelerinden Ötürüdür. Bunlar, önce güneş ışığı altında kaybolurlar, bilahare yıldızlar burcun sonunda gözükünce bunlar da ortaya çıkarlar. Burcun sonundan başlangıç noktasına dönmesine ”hunûs", güneş ışığında kaybolma hâline de ”künûs" denir.

16

Bak. Âyet 15.

17

Kararmaya başladığında geceye Yemin olsun. ”As'ase" kelimesi, iki zıt mânâya yani hem yöneldi, hem de arkasını dönüp gitti mânâsına gelir. Buna göre kararmaya başladığında geceye Yemin olsun denilebileceği gibi, karanlığı çekilirken geceye Yemin olsun de denebilir. Fakat birinci mânâ daha münasiptir. Zira sabahın ağarmaya başlaması ve gecenin kararmaya başlaması uyum ifade eder.

Allah, kararmaya başlarken veya karanlığı çekilirken geceye yemin etti, sonra da şöyle buyurdu:

18

Ağarmaya başladığında sabaha Yemin olsun ki,... Sabah teneffüs etti, demek, ortalık ağardı, aydınlandı demektir. Sabahın aydınlığı sebebiyle gecenin karanlığı yok olduğu için sabahın teneffüsü, ışık altında kademe kademe açılıp yayılması şeklinde ifade edildi.

19

O, değerli, güçlü, Arş'ın sahibi yanında itibarı olan bir elçinin sözüdür. ”O" sözünden maksat, her ne kadar daha önceden zikredilmemesine rağmen Kur'an-ı Kerim'dir. Sözün gelişi bunu ifade etmektedir.

Bu cümle, kasemlerin cevabıdır. Yukarıdaki şeylere yemin edilmesi, Allah'ın kudret ve hikmetinin bunlarda en kamil mânâda gözükmesinden ötürüdür.

Ben fakir diyorum ki; bunlara yemin edilmesinin sırrı şudur: Şüphesiz Kur'an, Allah'tan bir nurdur. Ancak ay mesabesinde olan nuranî kalbe, güneş mesabesinde olan ruha ve parlak gezegenler mesabesinde olan ruhanî meleklere akseder. Bu nurlar insanî varlıkta tecellî etmez, ancak nefsî ve maddî izler kaybolup ruhî ve kalbî izler ortaya çıkınca tecellî eder. Beden karanlığında ruh nurları doğunca vücuttaki her şey aydınlanır, karanlık kaybolur.

"Değerli elçi"den maksat, Cebrail'dir. Kur'an'ı Allah katından getirmiştir. Süheylî şöyle dedi: ”Kur'an, Peygamberin sözüdür demek yanlıştır. Çünkü âyet; Kur'an'ı Muhammed söylüyor. O, Muhammed'in sözüdür diyen kâfirlerin iddialarına cevap olarak inmiştir. Cenab-ı Hak: ”O değerli bir elçinin sözüdür" diyerek sözü, vahy emini olan Cebrail'e izafe etmiştir. Gerçekte ise söz, Allah'ın sözüdür. Allah'tan getiren Cebrail olduğu için ona nisbet edilmiştir. Bu isnad, Kur'anin inmesine ve ulaştırılmasına sebep oluşu itibariyledir. Elçiden maksadın Cebrail olduğuna şu hususlar da delâlet etmektedir: Elçi sözünden sonra onun güçlü oluşundan bahsedilmiş, elçi olduğu söylenmiştir. Çünkü Cebrail Allah ile peygamberler arasında elçidir. Ayrıca değerli olduğu zikredilmiş, gerçekten Cebrail Allah katında itibarlı, insanlar yanında da kıymetlidir. Zira ikramların en değerlisi olan marifet ve hidayeti insanlara o getirmekte, mü'minlere ikram ekmekte, kâfirleri kahretmektedir. Cebrail'in güçlü oluşu başka âyetlerde de belirtilmiştir. (Bkz. Necm: 5) Zira o kendisine yüklenen şeyi taşıma kudretine sahiptir. O konuda acizlik ve zaafiyet göstermez. Lût kavminin dört şehrini kanatlarının ucuyla yukarıya kaldırması onun gücüne delâlet eden olaylardandır. Şehirleri öyle kaldırmış ki; gök ehli, köpeklerin ulumasını ve horozların ötmesini işitmiş, bilahere şehirleri tersine çevirmiştir. Attığı çığlıkla Semûd kavmini yere sermesi de onun kudretine delâlet eder. Onun gökten yere, yerden göğe inip çıkması bir anlık bir zamanda gerçekleşir.

"Arşın sahihi" Cenab-ı Hak'tır. Böyle denmesi gönüllerdeki yüceliğine işaret içindir. ”Değerli" sıfatı Cebrail'e aittir. Onun Allah katındaki derecesi gerçekten yüksektir. Bu yüksekliği şuradan da anlıyoruz ki Cenabı Allah onu şu âyette kendisine atfetmiştir: ”Şüphesiz Allah ve Cebrail... onun dostudur" (Tahrîm: 4) Bu gerçekten büyük bir mertebedir. Sultana yakın olanın mertebesi nerede? Rahmân'a yakın olanın derecesi nerede?

20

Bak. Âyet 19.

21

Orada kendisine itaat edilen, güvenilen (bir elçi)dir. Cebrail ”kendisine itaat edilen" bir elçidir. Melekler ona itaat ederler. Allah katındaki derecesini bildikleri için onun emirlerine karşı gelmezler, onun görüşünü benimserler. Yer halkına Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e itaat etmek farz olduğu gibi, gök ehline de Cebrail'e itaat etmek farzdır. Cebrail aynı zaman da ”emîn" dir. Allah onu hainlik ve sapmadan korumuştur. Peygamberlere haber ulaştırma konusunda Allah katında ve gök ehli nezdinde güvenilirliği vardır.

22

Arkadaşınız asla deli değildir. Ey Mekkeliler! Söylediğiniz gibi Allah Rasûlü Muhammed asla mecnun değildir. ”Arkadaşınız" tabirinin kullanılması, tecrübe ile Hazret-i Peygamber'in her hâline vâkıf olduklarını, kendisi için uydurdukları şeylerden tamamen uzak olduğunu bildiklerini ortaya koymak içindir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) uzun müddet aralarında yaşamış, onun aklını tecrübe etmişler, varlıkların en akıllısı olduğunu görmüşler, kendisine emin, sadık lâkabını takmışlardır.

Bazıları bu âyeti ileri sürerek Cebrail'in Hazret-i Peygamberden daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Cebrail, herbiri yüce şan ve mertebeye delâlet eden altı sıfatla tanımlanmış, Hazret-i Peygamber ise, sadece deli olmamakla vasfedilmiştir. Bu iddia zayıftır. Zira âyet sadece Hazret-i Peygamber hakkında kâfirlerin sözlerini reddetmek için gelmiştir. Kâfirler şöyle diyorlardı: ”Dediler ki: ’Ey kendisine Kur'an indirilen! Sen mutlaka bir mecnunsun." (Hicr: 6) Âyet, Cebrail ile Hazret-i Peygamberin faziletlerini saymak, aralarındaki dereceyi belirtmek için gelmemiştir. Üstelik Cebrail'in bu sıfatlarla tanımlanması, Hazret-i Peygamber'in Cebrail'e nispetle daha faziletli olduğunu ifade eder. Çünkü Cebrail, bu sıfatlara sahip olmakla beraber Hazret-i Peygamberi destekliyor, ona mesaj ulaştırıyor. Cebrail gibi mukarreb bir meleğe, Hazret-i Peygamberle yüce arşın sahibi Allah arasında elçi olmak şerefi yüce bir şereftir. Onun için bundan daha yüce bir makam olamaz.

23

Yemin olsun ki o, Cebrail'i apaçık ufukta görmüştür. Yemin olsun ki Allah Rasûlü Cebrail'i doğu cihetinde, güneşin doğduğu en yüksek kısımda görmüştür. Burada ufuktan kasıt, güneşin doğduğu yöndür. Çünkü apaçık diye tanımlanmıştır. Zira bizzat ufkun kendisinin, eşyanın ortaya çıkıp aydınlatılmasında bir rolü yoktur. Parlak yıldız ise güneştir. Açık olan ve eşyayı aydınlatan ufuk değil, güneştir.

Rivayet edilmiştir ki Rasûlüllah Cebrail'den, Allah'ın kendisini yarattığı surette gözükmesini talep etti. Cebrail dedi ki: ”Buna gücüm yetmez, böyle bir yetkim yok." Bunun üzerine Cenab-ı Hak Cebrail'e, Hazret-i Peygamber Hira dağından dönerken aslî hüviyetiyle gözükmesine izin verdi. Bu olay peygamberliğin başlangıç dönemlerindeydi. Allah Rasûlü Cibril'i gördü. Cebrail bütün ufukları doldurmuştur. Ayakları yerde, başı gökte idi. Bir kanadı doğuda, diğer kanadı batıda idi. Yeşil zebercedden altı yüz kanadı vardı. Bu manzara karşısında Hazret-i Peygamber bayıldı. Cebrail de insan şekline girdi. Rasûlüllah'ı bağrına bastı, yüzündeki kumları sildi.

Dediler ki: ”Cebrail'i aslî suretiyle sadece Hazret-i Peygamber görmüştür. Bu durum Hazret-i Peygamber'e ait özelliklerdendir."

24

O, gaybın bilgilerini esirgemez. Allah Rasûlü, haber verdiği vahiy ve diğer gizli konuları bildirmekte cimri davranmaz, haberleri gizleyip saklamaz, bazı kâhinlerin ücret almak için bildiklerini saklaması veya sorulduğu halde söylememesi gibi davranmaz.

Burada ilmi, ehline öğretmemenin cimrilik olduğuna işaret edilmektedir. ”Danîn", cimri mânâsına gelir. Bu kelime ”zanîn" şeklinde de okunmuştur ki mânâsı, suçlanan demektir. Yani Rasûlüllah haber verdiği her şeyde güvenilir, kendi keyfine göre konuşmakla suçlanamaz. Ebû Ubeyde bu kıraati tercih etti. Zira kâfirler Hazret-i Peygamberi cimrilikle değil, keyfine göre konuşmakla suçluyorlardı. Onların bu suçlamasını reddetmek, cimriliği reddetmekten daha münasiptir.

25

Bu Kur'an, kovulmuş şeytanın sözü değildir. Bu Kur'an, kulak hırsızlığı yapan birtakım şeytanların sözü değildir. Şeytanın kovulmuş olarak tanımlanması buna delâlet eder. Çünkü Cebrail'in getirmekte olduğu mesajıkulak hırsızlığı yaparak dostlarına haber vermek isteyen şeytanlar gök taşlarıyla kovulurlar. Bu âyet, Kur'an sihirdir, kâhinliktir diyen müşriklere reddiyedir. ” Kur'an'ı şeytanlar indirmemiştir." (Şuarâ: 210)

26

Ey insanlar!

Nereye gidiyorsunuz? Bu âyet, Kur'an konusunda yanlış yol izleyenlerin sapıklığını dile getirmektedir. Bu söz, senin dosdoğru yol ortaya çıkmışken bu yolu terkeden kimseye karşı: ”İşte doğru yol! Nereye gidiyorsun," demene benzer. Onların bu hali, ana caddeyi terkedip eğri yola sapan kimsenin hâline benzer. Sapıklığım kınamak ve dile getirmek için ona: ”Nereye gidiyorsun," denir. Kur'an hakkında yakışıksız söz söyleyen kimselere de: ”Doğruluğu ve gerçekliği apaçık ortada olan bu yoldan daha emniyetli bir yol var mı ki ona tabi oluyorsunuz?" denilir.

27

Kur'an, ancak içinizde doğru yola girmek isteyene ve âlemlere bir öğüttür. Alemlerden maksat, insanlar ve cinlerdir. Bunun böyle olduğu akim gereğidir. Çünkü insanlar ve cinler vaaz ve irşada muhtaçtırlar. Doğru yola girmek isteyenler de, iman ve ibadetle mükellef olanlardır. Bu yola girmek de ancak hakkın araştırılması ve doğrunun benimsenmesiyle mümkündür.

28

Bak. Âyet 27.

29

Alemlerin Rabbi dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Önceki âyetin de delâlet ettiği gibi dilenecek şey doğru yoldur. Buradan da anlaşılıyor ki onlardan bir kısmı doğru yolu istemekte, bir kısmı ise istememektedir. Hitab ise doğru yolu isteyenleredir.

Rivayet edildi ki Ebû Cehil, ”Sizden doğru yola girmek isteyenlere öğüttür" âyetini işitince: ”İş bize bırakılmış, dilersek doğru yola gireriz, dilemezsek girmeyiz," dedi. Bunun üzerine bu son âyet nazil oldu.

Sizin istemeniz, Allah'ın istediği vakitte olur. Sizin isteğiniz, Allah'ın isteği olmadan gerçekleşmez. Çünkü ihtiyarî istek, sonradan olma istektir. Bu isteği ortaya çıkaracak birine ihtiyaç vardır. Bunun ortaya çıkması ise, yaratıcının isteğine bağlıdır. Buradan ortaya çıkan sonuç şudur: İstikametin gerçekleşmesi, bunun istenmesine bağlıdır. Bu istek ise, Allah'ın kişiye bu iradeyi vermesine bağlıdır. Ehl-i sünnetin görüşü budur.

"Alemlerin Rabbi" demek, mahlûkâtın sahibi ve hepsinin terbiyecisi demektir.

Ebû Bekir Vâsıtî şöyle dedi: ”Ey Ademoğlu! Senin acizliğin bütün sıfatlarında mevcuttur. Allah dilemedikçe dileyemiyorsun, ancak Allah'ın kudretiyle iş yapabiliyorsun. O'nun ikramıyla itaat ediyorsun. Senden el çekince isyan ediyorsun. Sana yapacak ne iş kaldı ki? Öyle ise amellerinin nesiyle övünüyorsun? Sana gelen her şey O'nun yardımıyla oluyor."

Hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: ”Kıyameti gözüyle görürmüşçesine seyretmek kimin hoşuna giderse Tekvîr, İnfitâr ve İnşikâk sûrelerini okusun.," Çünkü bu sûrelerde kıyametin korkunç halleri detaylı olarak anlatılmaktadır.

Yüce Allah'ın yardımıyla Tekvîr Sûresi'nin tefsiri tamam oldu.